10. güney ülkesinin sıcağı.

373 50 70
                                    



10. Güney Ülkesinin Sıcağı.

''Yoongi, gerçekten iyiyim. Bana bebek gibi bakıyorsun bir haftadır. Şımaracağım.''

Jimin kalkmasına izin vermediğim sıcak yataktan bana mırıldanırken, parmaklarımın arasındaki parmaklarını okşamıştım. O günü geride bıraktığımızdan beri vakit bir haftayı geçmişti. Bu küçük prensi, ellerimin arasından kayıp gidecek bir kelebek gibi görüyordum artık. O ne kadar aksini söylese de kabul edemiyordum iyileştiğini. Dinlenmesi gerekiyordu. Hizmet eden insanları bile sokmuyordum odamıza. Sadece ben ilgileniyordum onunla. Hatta bu sebeple sevgili kraldan azar işitmiştim.

Bu işin iyice aklımı bir karış havaya çıkarttığını öne sürerken bunun tamamen gerçek olduğunu ben iyi biliyordum. Doğruydu. Ama ne aklımın göklerde oluşu önemliydi, ne ellerimin yalnızca onu iyi etmek için çabalaması... Gözlerim bir onu görüyor, bir onu duyuyordu kulaklarım.

''İyisin, biliyorum. Fakat biraz daha yatakta kal.'' Huzursuzca mırrlayan kediyi omuz silkerek cevaplamıştım. Böylece somurtmaya devam etti.

''Beni inciteceksin diye yanımda bile uyumuyorsunuz, Prens Min. Bu kalp kırıcı.''

Gözlerim kocaman açılırken üzgünce bakan gözlerini yutmuştum bir yudumda. Tanrı ona öyle bir güç vermişti ki, bu herkesin yapabileceği bir şey değildi. Avuçlarının arasında binlerce dua, şifâ vermek için sıralanmış gibiydi. Jimin yalnızca parmağının ucuyla sizin kör gözünüzü gördürürdü. Nefes almayan ciğerinizi iyi ederdi. Benim kalp gözümü açan da buydu. Boşluğu çektiğim ciğerimi kendi kokusuyla kutsayan da. Onun parmaklarının ucu ve dudaklarının sıcağı, bir Tanrı tarafından kutsanmıştı.

Belki bu soğuk iklimden hiç şikâyetim olmamıştı şimdiye dek. Ben üşümek nedir bilmemiştim belki. Hepsi Jimin'in sıcağına uzak kalmanın ne denli bir acı olduğunu bilmeden önceydi. Onun sıcağına uzak kalmak tüm kemiklerimi kıran bir soğuğu vücuduma salardı. Dudaklarımı çocuğun kıvrık saç tutamlarının düştüğü alın yazısına sürttüm.

Benim ismim kazınmış mıydı bu bembeyaz tene, bir mühür gibi, tüm aidiyetimizi gösteriyor muydu bu tılsım? Bilmiyordum. Bildiğim tek şey, Jimin'in alnına değen dudaklarım, kapanan gözlerimle ciğerime gelen bahardı. Şimdi koşturup duruyordum sonu gelmeyen bahçelerde, elimde onun eliyle. Birlikte bir aşkı büyütüyorduk, bir çocuk büyütür gibi yapıyorduk bunu. Dikkat ve özenle. Aşkı öğrendiğim öğretmenim, bana bir kitabı yazma gücü vermişti sanki.

''Sanırım bu gece yanında uyuyabilirim.'' Derin sesim kulaklarına vardığında kıkırdamış, bana evrenin sonsuzluğunu anımsatmıştı.

''Lütfen...''

***

''Jungkook, tam bir aptal gibi göründüğünü biliyor musun?''

Taeyhung dilini yanağının içinde döndürürken sinirle göz devirmişti. ''Bu işi bu akşam bitirmemiz gerekiyor, duydun mu? Yoksa ölmüş bil kendini.''

''Prens Min sağ kolunun sağ kolunu öldürmez herhâlde ha?'' Gergince gülmüştü genç asker. Sinek kaydı tıraşı ve iyice şekillendirip alnını açıkta bıraktığı saçlarıyla tam bir komutan gibi görünüyordu.

''Orasını bilemem ama sağ kolunun seni öldürebileceği konusunda dedikodular var. Yavşaklığa ne vaktim ne de dayanacak gücüm var.''

Taehyung elindeki saksıyı belirlenen konuma yerleştirdiğinde ortamın büyüleyiciliği karşısında birkez daha yutkundu. İki asker de bir süreliğine gözlerini hazırlanan geniş salonun güzelliğiyle kutsamışlardı.

prickly prince┇yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin