9. acısız aşk yoktur.

404 49 52
                                    



9. Acısız aşk yoktur.

Dudaklarım, Jimin'in çıplak omuzunda dinleniyordu.

Üzerindeki ince tek parça kumaş, şimdi yanımda sakince uzanırken, güzel üst bedenini yer yer açıkta bırakıyordu. Odada yalnızca şöminenin çıtırtı sesi vardı.

Burnum çocuğun omzundan ensesine doğru yol alırken, temiz havayı içime çeker gibi coşkuyla almıştım nefesimi. Bunu yapma gereği duymam bile garipti. Sevgi denen o gücün getirisiydi. Jimin'den öğrendim.

Çok uzun zaman olmamıştı.
Bu oda tamamen bana aitti o vakitler. Soğuk ve karanlıktı hep. Ben üşüdüğümü hissetmezdim hiç. Jimin ise bir çiçeğin güneşe muhtaçlığı gibi muhtaçtı sıcağa. Bu sebeple kullanılmayan şöminem hiç durmadan yanmaya başlamıştı artık. Her gün, gece.

Bu yaktığı şömineler benim içimde de küçük bir kıvılcımı başlatmış, ona alışmamı ve sıcağı yüreğime kabul etmemi sağlamıştı. Jimin... Her şeyi mümkün kılan güç oydu.

Odamı sıcak yapıyordu. İçimi ısıtıyordu. Doğduğum günden bu yana muhtaç olmadığım o ısıyı tüm muhtaçlığımla istememi ve kabul etmemi sağlıyordu. Dengemi değiştiriyordu. Yapmaya devam ediyordu bunu. Bense minnettârdım ona. Sadece burada, bu eşsiz kokusuyla yatağımızda uzanması sebebiyle bile minnettârdım.

Birbirimizi bulmamız hayli saçmaydı. Onu hiçbir zaman yakınıma kabul edeceğimi sanmazdım fakat içten içe, daha ilk gördüğüm vakit onu, o gözlerin derininden yükselen ninnilerle aptallaşmıştı ruhum. Jimin benim şifâm olacağını daha o an fısıldamıştı belki bana. Dudaklarını kıpırdatmadan.

Şimdi bunlar aklımdan geçip giderken bir yandan tanrı parçası olan belini okşamaya başlamıştım çocuğun. Uyuyordu. Nefeslerinin düzeni hayatıma düzeni getiriyordu. O huzurla kollarımın arasında uzanırken, onu her kötülüğe karşı koruyacağıma kendi kendime söz veriyordum içimden.

"Yoongi..."

Uykulu sesiyle bedenini bana döndürdüğü zaman burunlarımızın uçları birbirine sürtünürken avucunu yanağıma kapatmıştı.

"Uyuyamadın mı?"

Belini sıkıca sarıp yapıştırmıştım bedenini, bedenime iyice. Ellerimden kayıp gidecek bir serçe gibiydi. Küçük, yumuşak, hoş kokulu. Bu üçü kalbimin çarpmasına sebep oluyordu.

Burnum burnuna sürtünürken derin sesimle konuşmuştum. "Uyuyordum, bir ara uyandım. Sonra yanımda uyumanın verdiği hissi düşünmeyi bırakamadım, dalmışım."

Kıkırdadı çocuk. Benim için gün çoktan doğmuştu işte. Bu ses, günü doğuran ses bu değil miydi?

Kim bilebilirdi benim gibi bir adamın eski zamanların Romeo'suna döneceğini? Ben aşkın anlamını bilmezdim ki. Bu hissin gerçek sarsıcılığını hiç tatmamıştım. O gelene kadar.

"Bugün de beni severek uyandığın için mutluyum Yoongi."

"Yanımda uyuduğun için mutluyum."

Prens Minnie, tıpkı bir anne baba edâsıyla önüme düşen saç tutamlarımı parmaklarıyla sıyırıp dudaklarını yaslamıştı açıkta kalan alın yazıma. Yumuşacık dudakları, göz kapaklarımın ağırlaşmasına sebep olurken dudaklarından dökülen kısık sesli türkü, bilmediğim bir dilden olsa da saçlarımı okşamasıyla birlikte beni tekrar uykunun kollarına atıyordu.

"Ay, linda amiga, que no vuelvo a verte, cuerpo garrido que me lleva a la muerte." (Ah güzel dostum seni bir daha göremeyeceğim. Beni ölüme sürükleyen o zarif vücudun...)

prickly prince┇yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin