Karanlık sabaha gözlerini açan Bayan Park, ayaklarını sürüyerek mutfağına gitti. Kaynaması için ocağa koyduğu suyu gerisinde bırakarak koridorun sonundaki banyoya ilerlediği sırada koridorun ne kadar uzun olduğunu düşünmüştü. Her zaman düşünceli olmuştur zaten. Yemek pişirirken ya da tuvaletini yaparken hep düşünürdü. Kocasının yıllar önce onu neden terk etmiş olabileceğini düşünürdü mesela. Oğlu dört yaşına yeni basmış bir adam neden evini terk ederdi? Bazen de alt komşusunun anlattığı saçma dedikodular gibi daha önemli şeyler düşünürdü.
Banyodan çıkıp geri mutfağa girdi. Ellerimi yıkamış mıydım, diye mırıldanırken kaynamaya yüz tutmuş suyu daha fazla beklemeyip çayı demledi. Saat daha sekiz olmamıştı ama odasından dün akşamdan beri çıkamayan oğlunu kaldırmak için oraya adımladı. Hiçbir zaman sabırlı bir kadın olamadın Mel, belki de ondan gitmiştir, diye düşündü.
Odaya girdiğinde yüzüne çarpan ani ışık ve ses dalgası tuhafına gitmişti. Perdeler gibi ışıkta sonuna kadar açıktı. Genelde evde müzik sesi olmazdı ama odada nahoş bir müzik hakimdi. Eskilerden kalmış gibi... Sarı saçlarını dağınık bir şekilde yere sererek yatan oğlana bakıp hafifçe gülümsedi. "Ne zaman kalkacaksın?"
Yere yatmış müziği aynı zamanda mırıldanarak dinleyen Jimin gözlerini aralayıp annesini süzdü. Zamansız gelişen terk ediliş, kariyerini ve ardından ailesini yitirmenin verdiği yıkıklık ve yılların sırtına yüklediği dertleri sanki yokmuş gibi gülümseyen annesini izledi bir süre. İpi umursamazca bağlanmış sabahlık, yıllar önce atılması gerektiği halde hala kullanılan pijamalar ve Jimin'in geçen yıl anneler gününde aldığı terliklerle basit bir anne imajı çiziyordu. Oysa ki Jimin doğmadan ya da eşi onu terk etmeden önce hayatını deli dolu yaşayan bir kadındı. Jimin bunu dağa tırmanırken ya da Hong Kong'da bir hayvanat bahçesinde çekilmiş resimlerden biliyordu.
"Bu gün işe gideceğim. Bay Jeon'un yanına. Sen ne yapacaksın?" Bu da sabahın ilginç konuşmalarından biriydi. Her zaman aynı şeyleri konuşup aynı cevapları alırlardı. Genel de Jimin iş görüşmelerine gider ve günlük paralarla eve gelirdi. Annesi de evi temizler, temizler ve temizlerdi. Yaşlı insanlara yemek yapar ve sokak hayvanlarını beslerdi. Basit hayatlarını yaşayan iki basit insanın günlük basit işleriydi işte.
"Hiçbir şey." diyerek tekrar gülümsedi. Jimin doğrulup ayaklanırken o da odadan çıkıyordu. Günlük sohbet limiti dolmak üzereydi. Aslında limit ne kadar doğru bir kelime bilinmez çünkü ortada çekilmiş belli hatlar hiçbir zaman olmamıştı ama sanki gergin bir tel onlar konuştukça ses tellerine dayanıyor gibiydi. Bu yüzden günün son kelimeleri yuvarlandı Bayan Park'ın dudaklarından. "Çay hazır."
Günlük konuşma bu kadardı. Teması ve samimiyeti bir kaç ay önce kesmişlerdi zaten. Anne oğul ilişkileri üstüne düşünülmesi ve dikkat edilmesi gereken bir konuydu ancak Jimin'in üstünü değiştirirken düşündüğü şeyler bunlar değildi. İlk kez mankenlik yapmayacaktı ama işi aldığı kişi biraz garip gelmişti. Uzun boylu, yakışıklı bir adamdı Jeon Jungkook. Yakışıklı ve genç. Genç ve profesyonel. Ama en çokta ilginç bir adamdı. Sadece zevk için fotoğraf çekiyor ve mankenlere büyük miktarda paralar ödüyordu. Zorlu bir stili olduğunu duymuştu.
Yatağına oturup çoraplarını giyerken bu kadar parayı nasıl kazandığını sormak istediğini düşündü. Büyük ihtimalle sormayacaktı. Hiçbir zaman sormazdı zaten. Beynini gereksiz şeylerle doldurmaya gerek yoktu sonuçta.
Mutfakta oturmuş çayını yudumlarken hiçbir şey düşünmüyordu. Basit bir sanat filminde görebileceğiniz bir sahneydi. Bir kaç bitki, masadaki kızarmış ekmekler, kutularla dizilmiş biraz siyah çay ve eşofman takımı giyip saçlarını toplamış annesi vardı sahnede. Yuvarlak mutfak masasının etrafında karşılıklı oturuyorlardı. Bir de çayları koyarken tepsiye dökülmüş çayı zevkle tadan kedi vardı bu sahnede. Ama emin olun, Bayan Park bile onun konuyla olan alakasını anlayabilmiş değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hostage To A Suicide/Kookmin
Fanfiction"Merhaba Bay Jeon. Kedim ve beni evinizde misafir eder misiniz? Annem aynı sizin bebekleriniz gibi tavandan sarkıyordu da."