1 yıldan üç ay kadar az bir süre geçmişti. Yaklaşık yedi ay on sekiz gün. Yüzlerce saat. Binlerce dakika. Milyonlarca saniye. Park Jimin için neredeyse dün olmuş kadar yakın. Jeon Jungkook için buz içinde bir yüz yıl.
Melanie'nin bedeni sanki hala sallanıyordu o koridorda. Beden iki iri yarı polis memuru tarafından indirilmiş olsa da ip hala oradaydı. Sonraki kurbanı için aranan bir katil gibi dik dik sarışın çocuğa bakıyordu. Gün ışığı bile anlamıştı bir şeylerin yanlış olduğunu o koridorda. Her geçmesine kafasını kaldırıp yukarı bakıyor, gürültülü bir mırlama ile şikayetini dile getiriyordu.
Park Jimin'e lazım olan yeni insanlardı. Jeon Jungkook olmayan insanlar. Belki yeni bir arkadaş?
Kim Taehyung. Paris. Fransa.
Kıvırcık saçlarını sıkı sıkıya topuz yapmış, kalabalığı yararak kafenin arka masalarına doğru ilerlemeye çalışan kızın hedef noktasında Kim Taehyung vardı. Taehyung, siyah saten bir gömlekle otuz dereceyi aşkın bir temmuz gününde dışarı çıkacak kadar kafayı bozmuş tek kişi olarak zaten dikkat çekiyordu. Yaygınca oturduğu büyükçe koltukta yalnız da değildi. Yanından hiçbir zaman ayırmadığı, arkadaş arasında da dedikleri gibi 'kol çantası' Celine de oradaydı.
Paris'in göz bebeği Taehyung, tüm istihbaratı elinde tutan bir divaydı. Öyle ki onun haberi olmadan kimsenin bir diyalog kurduğu bile olmuyordu. Kıvırcık saçlı kızın da amacı bugün bununla alakalıydı zaten. Elindeki bilginin Taehyung'un bilmediği bir şey olduğuna o kadar emindi ki, bu bilgi karşısında ne istese diye düşünmeden duramıyordu.
Taehyung'a gerçekten değerli bir bilgi verdiğiniz zamana sizden gelebilecek başka bilgiler de alabileceğini düşündüğü için kendisine yakın durmanıza izin verirdi. Ona yakın olmak demekse bütün üst sınıf insanlara giden yolların yani partilerin kapısını açan bir anahtarı cebe atmak demekti.
Kız elindeki telefonun kabıyla gergince oynuyor, köşesini çıkarıp takıyordu. Daha önce onunla konuşma şansını hiç yakalamamıştı, şimdi bile nasıl bir tepkiyle karşılaşacağını bilmiyordu. Ya onunla konuşmak istemez, onu kovar ya da daha önce duyduğu dedikodulardaki bütün o diğer kızların başına gelmiş herhangi bir şeyle karşı karşıya kalırsa? Kız böyle bir durumda bayılıp kalırsa şaşırmazdı.
Neyse ki kız herhangi bir kalp krizi yaşamadan kafenin diğer ucunda oturan Taehyung'un yanına varabildi. Taehyung başını kaldırıp kıza kısaca baktıktan sonra elindeki telefona geri dönmüştü. Herhangi bir şey demedi. Bir harekette de bulunmadı.
Kız en büyük gülümsemesiyle orada öyle durmaya devam etti. Onun bir şey demesini beklemişti. Ne var ki Taehyung pek ona takılmış gibi değildi.
Celiné de aynı umursamazlıkla sessizce kahvesini içmeye devam etti. Ama Taehyung'un bilmediği şey kızın onu Fransa sınırları içindeki herhangi bir insandan daha iyi tanıdığıydı.
Hyun Jae, Taehyung'a ulaşmak için çok uğraşmıştı. Gerçek dedikodu değeri olan bir bilgi edinmesi zaten çok uzun zamanını almıştı, o bir yana, Kim Taehyung'a bu bilgiyi vermek için doğru yeri ve zamanı bulması önemliydi. Paris'te kendisi dışında yaşadığını bildiği yaşıtı tek Koreli oydu. Jae onun kadar popülarite elde edememiş olsa bile onunla aynı ırktan olmanın faydalarını da görmüştü. Şimdiyse tek bir hamleyle onun yanına, hatta Celiné'nin yerine geçmeyi bile sağlayabileceğine inanıyordu. Tek bir kelime ile...
Taehyung 23, kendisi 22 yaşında olduğundan hafifçe eğilerek onu selamladı. Celiné anlamamış bir şekilde yüzünü ekşitirken Taehyung telefonunun ekranını kilitleyerek kıza baktı. Kızın Taehyung'u etkilemek için ilk silahı Celiné'i etkisiz bırakmaktı. Başka bir dil konuşmak.
"Merhaba. Ben Hyun Jae. Nasılsın Taehyung-oppa?"
"Merhaba, tanıyor muyum seni?" Taehyung Fransızca konuşmaya devam etmişti. Celiné ise ondan daha kafası karışmış duruyordu. Sarışın kız bir şey demeden Hyun Jae'nin asıl hedefi oğlana dönüp onu dinledi.
"Oppa, ben de Daeguluyum. Sana aslında senin Kore'den yakın bir arkadaşından haber getirdim. Jeon Jungkook oppa hakkında duyduğum birkaç şey."
Taehyung ayağa kalkıp Celiné'e orada kalmasını söyleyerek Jae'yi kolundan çekiştirmeye başladı. Kafenin daha uzak bir köşesine geçip boş bir masaya oturduklarında Taehyung sabırsızca öne eğildi.
"Anlat hadi." Dedi hızla. Fransa ona birçok şey katmış olsa da kötü bir Korece aksanı vermişti.
"Anlatacağım oppa, sakin ol." Jae kıkırdayarak arkasına yaslandı. Aslında Taehyung ve Jungkook arasındaki ilişki hakkında tek bir fikri bile yoktu. Sadece bir zamanlar ona mankenlik yaptığını duymuştu. Jeon Jungkook Fransa da bile çok ünlü bir fotoğrafçıydı. Herkes onun sanatına saygı duyuyordu. Taehyung'a bu kadar ünü kazandıran şeylerden biri onun sanatçı kimliğiydi.
"Bak Jae, amacının sadece benim yanımda gözüküp bir iki normalde seninle muhatap olmayacak insanla aynı masaya oturabilmek olduğunun gayet net farkındayım. Umurumda da değil açıkçası. Sadece, konuş."
Kız omuz silkerek gözlerini devirdi. İşler sandığı gibi gitmeyince canı sıkılmıştı. "Jeon Jungkook kendine yeni bir sevgili yapmış." Dedi hiç zorlamadan kendini. Korece konuşmanın bir anlamı da kalmamıştı.
Kızın canı o kadar sıkılmış olmasa ya da kafası o kadar dağınık olmasa Taehyung'un yüzünün aldığı hali görebilirdi. Ağzı küçük bir "o" şekli alırken gözleri gölgelenmişti. Başını eğip yere doğru döndü yüzünü. Kız onu umursamadan devam etti.
"Aslında çok uzun zamandır varmış. Sevgilisi ilk başta buna mankenlik yapmaya gitmiş, aynı gün annesi öldürülmüş diye duydum. İşte bu Jeon buna göz kulak olmuş, sonra da abayı yakmış. Her gün kapısındaymış zaten. 6 aydır her gün! Büyük aşkmış cidden."
Taehyung'un başından aşağı binlerce buz küpü dökülse ve peşinden bin derecelik sularla yansa belki kalbinde hissettiği acının birazını fiziksel olarak temsil edebilirdi. Ancak bu Kim Taehyung'du. Yıllarca peşinden koştuğu biricik aşkını çirkin ve aptal ve yeteneksiz ayrıca asla Jungkook'a onun gibi davranmayacak birine kaptıracak değildi.
O kız ya da erkek her kimse, onun kadar iyi olamazdı. Daha önce kendisini görmemiş olması bunu değiştirmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hostage To A Suicide/Kookmin
Fanfiction"Merhaba Bay Jeon. Kedim ve beni evinizde misafir eder misiniz? Annem aynı sizin bebekleriniz gibi tavandan sarkıyordu da."