#I • Home from home

1K 146 31
                                    

Bir gün faturasını zar zor ödediğim ev telefonum çaldığında ben televizyon karşısında pinekliyordum. Yediğim patlamış mısırlar avucumu terk edip yeri öpüyordu o ara. Günler önce, nasıl olsa temizlerim diye döktüğüm ekmek kırıntılarının hemen yanında fazla büyük kalıyordu beyaz mısır taneleri. Elimdeki kaseyi sehpaya koymuştum sakince. Çorabıma yapışan ekmek ve mısır kırıntılarını görmezden gelip ulaştım ev telefonuna. Telefonu kapattırmayı düşünüyordum o sıralar, annem dışında kimse aramıyordu çünkü. Cep telefonunun icadını inatla reddetmese çoktan kapattırmıştım aslında.

"Efendim anne?" diyerek açmıştım telefonu.

"Sehun, yavru kuzum benim, ne yapacağız biz şimdi?"

"Ne oldu, neyi ne yapacağız anne?"

"Halan evi satacakmış."

"E satsın, neden bunun için telaşlısın?"

"Senin oturduğun evi satacakmış yavrum. Biraz daha beklemesi için ikna etmeye çalıştım ama dinletemedim. Acil para lazımmış. Ne yapacaksa parayı, kocasının tarlalarından kazandığı paralar yetmemiş kıymetli sosyetelerine."

"Tamam anne, taşınırım, bulurum kalacak bir yer ben. Dert etme bu kadar."

"Nereye buluyorsun? O kadar eşyayı nasıl toparlayacaksın, bir yerine bir şey olur şimdi. Sen merak etme, annen her şeyin çaresine bakacak oğlum benim. Güzel yavrum."

O sıralar abimden ayrı yaşıyordum. Aylarca dil dökmüş, ayaklarına kapana kapana morartmıştım dizlerimi de ondan ayrı yaşamak için anca ikna edebilmiştim bizimkileri. Annemin 'çaresine bakma' olayı da işte tam burada başladı. Eşyalarımı üç günde toparlamış ve beni abimin yanına postalamıştı. İkimiz de birbirimize sahip çıkacakmışız, ne güzel olacakmış her şey. Tamam demiştim, güzel olur herhalde. Olmamıştı. Güzel kelimesi, abimle yaşadığım hayatı tanımlayacak kelime değildi. Lügatımda yoktu hayatımı tanımlayacak kelime.

İsimsiz olasıca, parasız kalasıca abim Junmyeon, yaşadığı yeraltı dünyasına aşık bir kumarbazdı. Benim adını dahi bilmediğim oyunlar döndürürdü her gece kumar masalarında. Bir de ulusun mafyalığını yapıyormuş da asıl kimliğini gizlemesi gerekiyormuş gibi takma isim bulmuş, Suho dedirtiyordu kendine. Gittiği mekanları çok iyi bilirdim çünkü çoğu gece ben toplardım onu o mekanlardan. Liseden beri karanlıkla büyütmüştü kendini. Takıldığı insanlar, gittiği ortamlar kadar karanlıktı. İçine sızmıştı hepsinin. Bir vasfı yoktu, para harcar, para kazanır dönerdi. Bir de o karanlıkta iş bulmuştu kendine. Kumara düşmediği zamanlar içki dökerdi diğer karanlıkta kalanların bardaklarına. Aydınlığa kavuşmayı hayal de etmezdi hiç. Hayranlıkla bahsederdi sarındığı karanlıktan. Öve öve bitiremezdi ötekileşmiş arkadaşlarını. Kötü laf ettirmez, çocuğuymuş gibi savunurdu kumarı. Eh, bir yerden sonra çocuğu olmuştu. Bu hayat onu gebe bırakmıştı. Al demişti, bu da çocuğun, tutuşturmuştu eline kumar kartlarını. Başka da bir şeyi yoktu sanki. Ben varım, annem, babam var diyemezdim. Varlığımızı kabul etmediği sürece varlığımı dillendirmemin ne anlamı kalıyordu ki?

Hiç şikayetçi olmamıştı evine gelişime. Lüks içinde yaşıyordu zaten. Babam iflas etmeden önce yaşadığımız evden sonra ilk defa konaklıyorduk böyle bir evde. Eski evimize göre çok daha küçük olmasına rağmen ona da bana da yetecek kadar büyüktü. Kendini karanlığa satmıştı ama karşılığını da alıyordu. Ucuza gitmemişti ruhu. Ben de şikayetçi değildim artık, dallandırıp budaklandırdığı, kuş kondurmaz hayatından onu çıkarmaya çalışmıyordum. Sigaraya yeni başlamış çocuk değildi ki karşına oturtup konuşasın, bağırdığında sinsin, bir daha yapmayacağını söylesin. Ben de bunları yapmak istesem de dökemezdim eyleme. Ona ebeveynlik yapması gereken ben değildim. İhtiyacı da yoktu gerçi. Onun ihtiyacı olan; en çok kumar masasının sandalyelerine oturtmayı sevdiği kıçının toplanmasıydı, onu da ben görev edinmiştim.

Poem  || sekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin