#VII • The other side

646 86 75
                                    

Başımı arabanın camından uzatmış soğuk havanın yanaklarımı kesmesine izin veriyordum. İçim tarifsiz sıkıntı birikintisiyle doluydu. İşte iğrenç bir gün geçirmiştim çünkü iki gün önce departmandakilere kaçmak için söylediğim yalanların hepsi götüme çentik atmış, bir bir gerçekleşmişti. Günün anıları yavaş çekimde gözlerimin önünden geçerken başımı göğsüme doğru biraz daha eğdim iç çekerek. İçime doğru büzülüp yok olma isteğim on dört yaşımdan beri ruhumda barınıyordu.

"Kesin bizim Hyun çıkarmıştır, ben ellemedim yoksa." Yüzüme 'eminim sizin suçunuz yoktur.' yalanlı gülümsemeyi yerleştirip başımı anlayışla salladım. Sözlerinin doğruluğunu kanıtlamak istercesine Hyun denen kişiye ters ters baktı. Hyun ise pörtlettiği gözleriyle şaşkın şaşkın bize bakıyordu, haberi dahi yoktu 'çıkardığı' şeyden.

"Başka yardım edebileceğim bir şey var mıydı?"

"Yok Sehun, teşekkür ederim." dedi düğmelerinin patlamamak için son savaşlarını verdiği gömleğinin üstünden karnını kaşırken.

Kafalarını bilgisayara gömmüş iki kişiye ve muhasebe şefine selam verip çıktım içinin osuruk koktuğu odadan. Bu adamın aklı sadece girdiye çıktıya çalışıyordu gerçekten. Öğle arasında masama tünemiş yemeğimi yerken–artık çatı katına çıkmıyordum, evet- bir anda odaya dalmış ve klavyesinin çalışmadığını, bakmam gerektiğini söyleyerek çekip gitmişti. Ağzım çiğneyemediğim lokmayla dolu, gözlerim şaşkınlıkla açıkken cevap verememiştim, o da bir cevap beklememişti gerçi. Herif bir gün gerçekten göbeğimin üstüne fare oynamıyor diye çağıracaktı beni, demek bu yalanı uydurduğumda departmandakiler o yüzden yadırgamamıştı. Klavyenin kablosunun çıkık olduğunu bile akıl edemeyecek kadar dikkatsiz bir herif nasıl olmuştu da böyle bir şirkete girebilmişti? Gerçi bu şirkete beni almışlardı, sorgulamak bana düşmezdi.

En son muhasebe şefiyle olan olaydan sonra telefonuma gelen çağrıların hiçbirine cevap vermemiş, öğleden sonrayı akıl sağlımın huzuruna ayırarak geçirmiştim. Görmezden geldiğim telefonlar –odadakiler görmezden gelemiyordu ama bu onların problemiydi- ötmeyi kestiğinde ve elimdeki işler bittiğinde bilgisayarı en kısa ayarına getirip kimselere çaktırmadan, klavye tuşlarına sakin ve sessiz basmaya çalışarak göt kaslarımı çalıştırıp oyun oynamıştım. Bir taşla iki kuş vurmuştum çünkü tüm sinirimi, stresimi, beynimin üç metreyi bulan dalgalarını sakinleştirip anadan doğma çıplaklığımda mesaiyi bitirmiştim.

Fakat üstüme stresimi giyinmem uzun sürmemişti tabii. Oyunda bulduğum keyfi eve de taşıyıp düşünme yetimi kendimle beraber kaybettiğim sırada Junmyeon yine konuşturmuştu telefonumu. Abim, içimi çekip durmama neden olan sıkıntının ana karakteri olmasa da yan karakter olarak iyi iş çıkarıyordu.

Junmyeon genel olarak içeriği fark etmeksizin herhangi bir konuda hiçbir işe yaramazdı, yine de bazen abiliğini iyi yapıyordu. Bana yürümeyi o öğretmemişti ama onunla yürümüştüm hep. Bana düşmeyi de öğretmemişti ama kalkmayı, her seferinde elini ya da sözlerini uzatarak öğretmişti. Belki bilerek yapıyordu, belki bilmeyerek.

Bazen de bana görmediğim şeyleri gösteriyordu. Görmediğim şeyler, görmek istemediğim değil, görmek istediğimi bile bilmediğim ama tam olarak ihtiyacım olan şeyler oluyordu. İki gün önce sarhoş kafayla yaptığımız konuşmada söylediği birkaç cümle bile beni canlı kanlı elleriyle tutup sarsmıştı. İlerlediğim yolları ben taşlı topraklı sanıp söverken meğer kendim sekerek, topallayarak yürüyormuşum. Yolların bir günahı yokmuş, kendime yıkmadığım suçların günahlısı benmişim.

Bu yüzdendir ki bugün onca olup biten şeye rağmen kendimi mutsuz hissetmiyordum. Mutlu da değildim ama mutsuzluğa iki mahalle uzak gibiydim. İsmi lazım değil Jongin birçok defa aklıma gelmiş, bir şekilde kokusu ya da dokunuşları bir yerlerime konmuştu fakat kendimi, kendime hatırlattım, onu değil. Ve her şeye bir kılıf, neden buldum. İlk defa birinden böyle etkileniyordum çünkü ilk defa dolu dizgin dört nala biri üstüme geliyor, üstümden geçiyordu. Evet, ilişkilerim ya da ilişkivari ilişkilerim olmuştu ama hepsi bir anda olup biten şeylerdi. İsmim, sanım, işim, ilişkilerim basitti. Birkaç haftanın üstüne çıkan ilişkim olmamıştı. Gümbür gümbür yaşanmış da tadına doyulmamış hiçbir şey yoktu. En önemlisi bu ilişkilerimde hiçbirimiz gizliliğin sağına soluna dokunmuyor, payına payda olmuyorduk, saklanmıyorduk.

Poem  || sekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin