"Bunun iyi bir fikir olduğundan emin değilim. Bu konuyla ilgili içimde kötü bir his var..."
"Hadi ama, en kötü ne olabilir ki?"
"Mark, bunu en son dediğinde okul az daha yanıyordu."
Siyah saçları alnına dökülen genç başını sıraya gömdü. Kalçasını ön sıraya yaslamış olan Yukhei kollarını birbirine geçirmiş, derin bir iç çekmişti.
"Bak, bence ona mesaj atman en iyisi." dedi Yukhei son kez şansını deneyerek.
"Evet, sonra da diyeyim ki bu Somin'in numarası değil mi?" Yukhei gözlerini devirirken Mark başını kaldırarak dirseğini sıraya, yüzünü ise avcuna yasladı.
"Ne yani, gidip Haechan'ın çantasına not bırakmak daha mı mantıklı? İstersen mektuplaşın? Ya da direkt 'benimle saat altıda sakura ağacının önünde buluş.' da diyebilirsin." Yukhei başını iki yana salladı. "21. yüzyıla hoş geldin Mark Lee."
Mark gözlerini uzun olana kenetlemişken kapının açılmasıyla ikilinin dikkatini kırmızı saçlı genç çekmişti.
"Yukhei, biraz dışarı gelebilir misin? Önemli bir konu..."
Yukhei önce Haechan'a daha sonra Mark'a döndü. Mark şaşkınlıkla kırmızılıya bakarken içinde bir yerlerde bir his vardı. Kıskançlık- kesinlikle olamazdı!
Yukhei ne olduğunu anlamadığını belirtircesine Mark'a bir bakış attı ve kapıya doğru ilerleyen Haechan'ı takip etti. Kapıdan dışarı çıktığında kolundan onu sürükleyen başka biri daha vardı.
Hızla bahçeye sürüklenirken şaşkınlıkla önünde ilerleyen Jungwoo'ya baktı. Aslında onu sürükleyebilecek güçte olduğunu tahmin edemiyordu. Veya kendisi şaşkınlıktan karşılık veremediğinden de olabilirdi ki bu umrunda değildi, şimdilik.
Etrafta kimse yoktu, okul sonrası dersleri eken çok oluyordu. Etrafa sessizlik hakimdi. Şimdiye kadar Jungwoo'nun ona kızıp bağırmasını beklerdi ama o daha arkasına dönüp yüzüne bile bakmamıştı.
"Hey-"
"Kapa çeneni." Jungwoo'nun kısık sesi dolan gözyaşlarının işaretçisiydi. Yukhei kalbinde bir ağırlık, beyninde ise bir boşluk hissetti.
"Ö-özür dilerim... Ben-"
"Kapa çeneni!" Bu sefer sesi daha güçlü çıkmıştı. Yukhei bulundukları anla yüzleşmemek için günlerce okula gelmemiş, arkadaşlarının hiçbiriyle iletişim kurmamıştı. Ve şu an Jungwoo'nun ona karşı olan hislerine veda ettiğini de biliyordu. Bu onun için kabullenmesi çok zordu.
"Her şeyi biliyorum." Jungwoo başı eğik bir şekilde arkasına döndü. Yukhei tedirginleşmişti.
"Her şeyin bir iddia üzerine kurulu olduğunu biliyorum." Yanaklarından süzülen birkaç damla gözyaşını elinin tersiyle sildi. "Hansol her şeyi anlattı."
Yukhei dudakları hafif açık bir şekilde başını iki yana sallıyordu.
"Sana olan hislerim sadece bir iddia üzerine kurulu değil, yemin ederim!"
Yukhei ellerini Jungwoo'nun yanaklarına yerleştirirken Jungwoo başını çekerek onu engellemeye çalışıyordu ki Yukhei yine de izin vermedi. Alnını onunkine yaslarken karşısındakini sıkıca tutuyordu. Jungwoo'nun ıslak yanakları onunkileri de nemlendiriyordu.
~ ~
"Beni hala unutamadığını biliyorum Xuxi.~
Yukhei ona sırnaşan oğlanı iterken gözlerini devirdi.
"Hansol, beni rahat bırak."
Hansol, Yukhei'nin kollarını omuzlarına sararken sırıttı. "Neden bu kadar durgunsun, seni fazla mı boş bıraktım?" Yüzünü karşısındakinin yüzüne yaklaştırırken mızmızlandı. "Seni sonsuza kadar arzulamaya devam edeceğim Hansol-ah."
Yukhei oğlanı iterken derin bir iç geçirdi. "Unut. Her şeyi unut. Ben şu an mutluyum, sensiz."
"Beni sonsuza kadar unutamayacağını biliyorsun, değil mi?" Hansol histerik bi gülüş atıverdi. Önündekine son bir kez uzanıp tek taraflı bir öpücük sundu. Onları çeken kamera ya en net görüntüyü açısını vermeye çalışırken...
~ ~
"Biliyordum. En başından beri böyle biri olduğunu biliyordum Wong Yukhei."Jungwoo yaşarmış gözlerini yere dikmişti. "Ne diye bile bile kendimi aslında farklı biri olacağın yalanına inandırdım ki?"
Yukhei çekingen bir tavırla Jungwoo'ya yöneldi ve eli havada ona temas etmekle etmemek arasında gidip geldi. Bu saçmalığı nasıl açıklayacağını kendisi de bilmiyordu. Tek istediği kendini bir an önce yerin dibinde diri diri gömmekti. "Ö-öyle bir şey değil."
Sesi çaresizlikle titrerken ne yapacağını bilemedi. "Yemin ederim..."
Sesi kısılırken gözleri yavaşça doluyordu. Onu kaybetmek istemiyordu. Canının kendisi yüzünden yandığını görmek istemiyordu. Sevdiği çocuğu kaybetmemek için bir şeyler yapması gerektiğini kendi de biliyordu. Nereden geldiğini bilmediği bir cesaretle oğlanı kavrayarak kendine çekti. Yumuşak dudakların sıcaklığını hissettiğinde ikisi de hareketsiz kaldılar bir süre. Yukhei bile inanamıyordu bu yaptığına, öyle ki o da Jungwoo gibi şaşkınlıktan dona kalmıştı.
~ ~
"Kesinlikle ya depresyondan öldüm ya da şizofren oldum."
Jungwoo kafasına kadar çektiği örtüyle eve geldiğinden beri hareketsiz bir şekilde yatakta duruyordu. Beyni uzun süredir çalışmayı bırakmıştı. Kalbi acıyordu ama karnındaki kelebekler kozalarından çıkıyorlardı adeta.
"Hiçbir şey düşünemiyorum. Hiçbir şey."
Yorganı görüşünü tamamen kapatırken derin bir iç çekiş ve tanıdık bir ses duydu.
"O normalde de olmuyor muydu zaten?"
Bu ses? Mümkün değil.
"Somin?"
:: 🌻 ::
Şimdi.. öncelikle bu bölümü epppey bi geciktirdiğimin farkındayım çünkü ilham perim pek bi hain ve sürekli yeni fikirler aklımda dolanıyordu. Bu yüzden normalden daha farklı bir şekilde tekrar planlamaya karar verdim ve konuyu biraz daha başka bölümlere yaymış olacağım. Yani bu son bölüm değil son cümleden de anlayacağınız gibi. Anlayış gösteren herkese teşekkür ediyorum. Arayı açmamaya çalışacağım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
•Girlfriend• ::Luwoo::
أدب الهواةLucawsome: Kim olduğunu buldum ve hey, Ben senin güzel bir kız olmanı beklerken sen bir erkek çıktın :( 『•Luwoo fanfic•』