Smithsonian Müzesi, şehirde olan olaylardan sonra daha da kalabalıktı. Çocuk, kadın, yaşlı herkes; Captain America’nın, bir KGB (aslında Hydra) ajanını nasıl alaşağı ettiğini “görünce”, kabaran milliyetçilik duygularıyla müzeye akın etmişti. Balmumu heykeliyle veya savaşa zamanına ait resimleriyle fotoğraf çekinenlerin arasından kendine yol açtı Steve. Şehit olmuş askerlerin bulunduğu ekranların önüne geldi, Bucky’nin resminin olduğu ekrana gelene kadar yürümeye devam etti.
“Ah,” göğsüne sert bir şey çarpmıştı, başını yukarı kaldırınca siyah şapkalı bir adama çarptığını fark etti, herhalde fotoğraf makinesi benzeri bir şeye çarpmıştı, zira göğsü acımıştı. “,pardon bayım, sizi görmedim.”
“Önemli değil.” diye mırıldandı adam. Yüz ifadesi şapkası yüzünden görünmüyordu, ellerini cebinden çekmemişti ya da yerinden kımıldamamıştı. Ama sesi tanıdık geliyordu.
Steve bakışlarını, adamın yüzünü görmek için gezdirdi. Adamın bunu anladığı ve rahatsız olduğu belli, Steve’i geçerek yoluna devam etmeye çalıştı. Ancak Steve, farkında olmadan adamın kolunu kavrayarak onu durdurdu.
Metal kol.
Bucky.
Adam, başını Steve’e çevirdi ve ikisinin bakışları buluştu. Bucky’nin de onu tanıdığı ama bunu belli etmek istemediği anlaşılıyordu, çünkü neden kolunun tutulduğunu sorgulamamıştı. Steve’e, onu tanıması için şans vermişti.
Steve’in nefesi kesildi, söyleyecek hiçbir söz bulamadı. Yaklaşık 70 yıl sonra ilk defa birbirlerini öldürmeye kalkışmadan karşı karşıya geliyorlardı. Yüzlerinde maskeleri, üstlerinde üniformaları yoktu. Artık toplumdan gizlenmeye çalışan iki eski asker olarak duruyorlardı. Dışarıdan gören, ikisinin haline anlam veremezdi fakat ikisi de yanyana durmanın ne anlama geldiğini biliyordu.
Boşluktan yararlanan Bucky, kolunu Steve’den kurtardı. Gitmeden önce son bir kez arkadaşına baktı, gözleri dolmak üzereydi ve dudakları sıkılıydı, başını iki yana salladı. Sonra hızla müzenin çıkışına doğru ilerledi.
Tek başına kalmıştı Steve, solundaki ekrana döndüğünde siyah-beyaz bir videonun oynatıldığını gördü, defalarca izlediği ve çekilirken orada olduğu o video. Steve, gülümseyerek poz vermeye çalışırken Bucky ise yanında bunun ne kadar komik olduğunu söyleyerek kahkaha atıyordu. Hayatlarını değiştiren görevin öncesinde, yerel gazetenin isteği üzerine poz vermeleri gereken bir gündü. Eğlendiklerini, bol bol gülüp, savaş öncesi nasıl bir hayatları olduğunu konuşmuşlardı. Aralarında değişen bir şey yoktu, Steve’in vücudu dışında, bu da Bucky’nin hem alay hem de hayranlık konusu haline gelmişti. Arkadaşının beğenisini kazanmanın mutluluğunu yaşıyordu Steve. Kısacası, en yakın arkadaşı yanındaydı ve mutluydu, mutlulardı.
Şimdi her şey değişmişti ve eski haline döndürmek için ne yapsa nafileydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Death To Birth (A Captain America: The Winter Soldier Fanfiction)
FanfictionFandom : Marvel -- Captain America: The Winter Soldier (Film ve Çizgiroman) Pairing : James "Bucky" Barnes/Steve Rogers Rating: T Kelime sayısı: 2,982 Summary: Shield ve Hydra, düştükten sonra, Bucky kendi geçmişini öğrenmeye çalışır. Ona yardım ede...