Orman Arkadaşı

86 7 1
                                    

Bir ormandaydım. Ormanın güzelliği gözümü büyülüyordu. Yeşillerin arasından süzülüp gelen masalsı ışıklar ve yerdeki gölgelerinin oyunları hepsi şiir gibiydi. Hayvanların ben yabancasına attığı ürkek bakışlar arasında ezdiğim yaprakların hışırtılarıyla yürüyordum. Kelebekler uçuşuyordu arada, kenarda köşede gizli kalmış rengârenk gülümseyen çiçeklerlerin arasında. Tırtıllar, örümcekler ve türlü türlü böcekler vardı. Daha neler neler vardı belki de ormanın içlerine doğru. Ne gizli güzellikler ne hiç görülmemiş yaşam halleri... Bir yabancıya da rastlayabilirdim kendim gibi ormanda kaybolmuş.  

Ormanın renkleri akmaya başladı. Yeşillikler, çiçekler, gökyüzü her şey siyah ve beyaz rengini aldı. Şimdi günün hangi vaktinde olduğumu bile bilmiyordum. Bu ormanda kaybolmuşluğumun yanına bir de zaman bilincimi kaybetmem eklendi. Yavaş yavaş her şeyi kaybediyordum. Tüm renkler yavaş yavaş akıp gidiyor. Ormanın içine daha da gömülüyorum ve bu siyah beyaz tek düzelik beni daha da çaresiz kılıyor. Hiçbir anlam yok. Başımı gökyüzüne kaldırıyorum, gri. Diğer her yana çeviriyorum siyah, gri. Neredeyse beyaz bile yok küçük bir ipucu için. Griler bu denli çoksa akşam vaktidir diye düşündüm. Alçak boylu bir ağacın dalına tırmandım uyumak için. Akşam vakti oldu mu uykuya yatılır çünkü.  Ben ağacın geniş bir dalında otururken, bir kedi geldi yanıma, gözlerini ağır ağır açıp kapatarak benle konuşmaya başladı: “Kaybolmuş gibisin büyük kız. Büyük kızlar kaybolmaz.” dedi. Oturduğum dala gelmişti o da. Şimdi onunla karşı karşıyaydık ve doğrudan göz göze bakışıyorduk. “Ama ben… Sanırım kayboldum. Sen bu ormanda yaşıyorsun değil mi? O halde bana yardım edebilirsin? Ve… Ayrıca neden renkler birden bire soldu?” diye sordum. “Renklerin bir yere gittiği yok bu senin görüşün.” dedi ve oturduğu dala iyice tünedi. Bir kedi gibi sevimli görünmüyordu gözüme. Üzerinde bir nahoşluk vardı, “sen bu ormanda kaybolmadın. Bu ormanda yaşıyorsun sende, benim gibi. Kayboldum diye yakınıp sürekli kendine çıkış arayıp durma. Böyle davranarak kendi kendine sorun çıkarıyorsun.” dedi. “Hayır, ben bu ormanda yaşamak istemiyorum. Bu ormandan çıkmak istiyorum. Ben… Buraya ait değilim gibi… İyi çizilmiş bir haritayla çıkabilirim aslında. Ayrıca renklerin solmasının benim görüşümle alakası yok. Onlar siyah beyaz ve ben de öyle görüyorum.” diyerek kedinin dedikleri itiraz ettim. Bana yardımcı olmaya niyeti yok gibiydi ama beni dinlemeye devam etti: “İlerledikçe takip ettiğim yönde, bir yerlere varıyormuş gibi hissetmiyorum. Aksine daha fazla kayboluyormuş gibi hissediyorum. Kedi, bana yardım etmelisin. Sen bu ormanın kedisisin, iyi biliyor olmasın buraları.” dedim. “Sen bu ormanda yaşamayı kabul etmiyor musun yani? Neden yaşanmasın ki burada? Fazla büyütüyorsun gözünde.” dedi, bağladığı ön patilerini açıp dört ayağının üstüne kalktı. Kuyruğunu da ağır ağır sallayarak ağaçtan aşağıya indi. Giderken “sen büyük kızsın büyük…” diye sayıklıyordu. Bana yardım etmemişti. Dizlerimi karnıma çektim. Oysa ormanın içinde konuşabileceğim ve danışabileceğim bir canlıya rastlamak beni mutlu etmişti. 

Bu düşünceler içinde, dizlerim karnıma çekili otururken bir vakit uyuklamışım. Gözlerimi açtığımda kedi karşıma oturmuştu. Yine gözlerini ağır ağır açıp kapıyordu. Gözlerinden akan sinsiliğe tezat üzerinde sevimlilik vardı bu kez. “miyav! Merhaba orman arkadaşım” dedi. “merhaba.” dedim küçük bir tebessümle. “Bir kedi daha var başka ağaçta. O benim için çok değerli. Onun o güzel tüylerini ah bir görsen, âşık olursun…” diye anlatıyordu överek o gördüğü diğer kediyi. Methiyesi bitince bana sokuldu ve “ama ona âşık olan tek kedi ben değilim sanırım. Birisinden şüpheleniyorum. Bana onu bulup kovar mısın?” diye sordu. “peki, şüphelendiğin kişiyle konuşmayı denesen? Olmaz mı?” dedim. “bana bahaneler uyduruyorsun yardım etmemek için! Sen kötü bir arkadaşsın!” diyerek kızdı. “Kedi, hayır… Yani ben sana… Nasıl? Kuşkulandığın kediyi bulacaksın ve ben onu mahvetmende yardım mı edeceğim?” diye sordum. “Gibi…” diye yarım cevap verdi. “Hayır, ben bunu yapamam. Bir kere kuşkulandığın kediyi tanımıyorum." dedim. “Beni tanıyorsun ya? Arkadaşız biz” dedi. “Ben seni de ne kadar tanıyorum ki?” diyecek oldum... Onun dediğini yapmamakta ısrar edince: “İyi ben kendim yaparım o zaman.” dedi gücenmiş bir ses tonuyla.

Yanımdan gitmişti ve ben yine başımda düşüncelerle baş başa kalmıştım. Bu renksiz ormanda ne olurdu ki ona yardım etseydim. Belki ben ona yardım edince o da bana ormandan çıkmakta yardım edecekti. Ne olurdu işte? Çok inatçı birisiyim. Yardım etmek istemese bile ona zamanında yardım ettiğimi hatırlatırdım; onun bana arkadaşlığımızı hatırlattığı gibi... Şimdi daha da yalnızlık hissi çökmüştü üstüme bu ormanda. Artık bir kedi de yoktu yanımda. Ağlamaya başladım üzerime çöken yalnızlık hissinin ağırlığı altında ezilerek. Ellerimi kapadığım yüzümden çektim. Ağlamamı dindirdim. Sakinleyince daha duru düşünmeye başladım. Ben bu ormana ilk düştüğümde zaten kimse yanımda yoktu. Hiç olmamış bir arkadaş için ağladığımın farkına vardım. Aynı ormandaydık. Sanmıştım ki o ve ben aynıyız. Oysa aynı ormanın içinde olmaktan başka aynı olan yanımız neredeyse yokmuş. O halde neye ağlayıp üzüldüğümü sorguladım. Hiçbir cevap bulamadım.

 Hala anlamı yitikti ormanın. Her şey siyah beyazdı. Ağaçların yapraklarını hışırdatarak rüzgâr esmeye başladı. Bana bir his bağışlandı rüzgârla bu anlamı yitik ormanda; mücadele hissi, esen sert rüzgâra karşı dik durmaya çalışmam… Duyduğum his, beraberinde bana bir renk kazandırdı. Mücadelenin rengi. Siyah ve beyazın arasında, sarılar tütmeye başladı. Ağaçların dallarının arasından güneş ışığının periler gibi dans ederek süzülüşünü gördüm.

Nebula Ormanı BüyücüleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin