Orman Gezisi

37 1 0
                                    

Selam pazartesi!

Okul başlayalı kaç gün, kaç hafta oldu bilmiyorum. Saymayı bıraktım. Okulun büyük kapısından içeri girdim. Koridorda diğer öğrencilerin bitmek bilmeyen muhabbetlerinin gürültüleri yükseliyordu. Yavaşça merdivenleri çıkarak sınıfımın olduğu kata, üçüncü kata çıktım. Sınıfın kapısından içeri sessizce süzüldüm. Ve ağzımdan sessiz, sıkılmış bir günaydın çıktı.  Çantamı sıranın yanına, kafamı sıranın üstüne gelişigüzel fırlattım. Kollarımla sardığım kafamın arasından camdan dışarıyı gözetliyordum. Birkaç erkenci karga gökyüzünü kolaçan ediyordu. Bir süre böyle dışarıyı dalgın dalgın izledikten sonra İstiklal Marşı töreni için aşağıya indim. Kalabalık içinde adeta hayalet gibiydim ama kimse görünce korkmuyordu.  Kendimi çok fazla kaybolmuş hissediyordum. Nehrin akıntısına kapılmış giderken çarptığım şu kaya, sanırım bendim.

Sınıfa çıktığımda hatırladım. Bugün şehir ormanını gezmeye gidecektik. Ne dalgınlık benimkisi... Kitaplarımı yanımda getirmiştim birde. Çantamı sınıfta bıraktım. Bütün orman gezisi boyunca onu sırtımda taşıyacak değildim.

Ormana vardığımızda ise...

Gün ışığı, yapraklardan izin isteyerek ancak bize ulaşabiliyordu. Ekime gelmiştik ama hala bazı yapraklar yeşildi. Bu yüzden eşsiz bir görüntü oluşuyordu. Sanki bütün mevsimleri birden yaşıyordu orman. Dalların arasına saklanan kuşların cıvıltılarını dinleyerek ilerliyorduk. Öğretmen, ağaçların özellikleri, ormanda yaşayan canlılar ile ilgili bir şeyler anlatıyordu. Onu hiç mi hiç dinlemiyordum. Çünkü onun anlattığı sayısal veriler ve birkaç bilgiden daha fazlasını görebiliyordum ormanda. Ayrıca onun kartlaşmış, sıkıcı sesinden çok daha güzel sesleri de duyabiliyordum. Ormanın sesi... orman kulağıma o kadar güzel bir şarkı fısıldıyordu ki... Aklım ormanın büyüsüne kapılmış bir karış havada, önüme bakmadan yürüyordum ki öğretmenin doğrudan bana emreden bir sesle bana seslendiğini duydum. Başımı kaldırdığım gökyüzünden indirdim ve öğretmenin yüzüne baktım ama göremedim. Her şey kararıyordu.

Tansiyonum.

Düştü.

Sanırım.

“Ö-ö-öğretmenim?”

Ve karanlığın kollarına düşüş...

Bayılmıştım.

Gözlerimi kör eden güneş ışığına karşı zorlukla açtım. Hala ormandaydım. Doğruldum ve üstümde ki çalı çırpıyı temizledim. Kafile nereye gitmişti? Etrafıma hızlıca göz gezdirdim. Herkes gitmişti. Kaç saattir baygındım? Beni unuttuklarının farkında mıydılar acaba? Eyvah annem... Eve de geç kalacaktım. Aman Allah’ım koskoca ormanda yapayalnız kalmıştım. Ah keşke çantamı bırakmamış olsaydım, sandviçimi yerdim.  Başımın üstünden hızlıca bir şey geçti.  İşte, orada karşımdaki ağaçta konduğu dal hala sallanıyordu. İri gözlerini bana dikmiş, taştan heykelmiş gibi orda öyle duruyordu baykuş.  Baykuşun gözlerinden gözlerimi alamıyordum. O canlı mavilik beni içine çekiyordu. Ufak ve tedirgin adımlarla durduğu dalın altına yaklaştım.  Pekte ona yaklaşmamdan ürküyormuş gibi durmuyordu. Hatta daha çok ona yaklaşmamı istermiş gibi adımlarımı takip ediyordu. Ona iyice yaklaştığımda elimi uzattım. Bunu bilinçsizce yapıyordum. Gözleri masmavi ve canlı, beni içine çekiyor. Birden kanatlarını açtı ve bileğime kondu. Bu ani sıçrayışından korkmuştum.  Gözleri şimdi daha da canlı ve renkleri değişiyordu. Gitgide mora döndü ve en son siyah.

Her yeri zifiri karanlık kaplamıştı. Orman geceye bürünmüştü. Bir süre gözlerimin karanlığa alışmasını bekledim. Bileğime konan baykuş ortalıklarda yoktu.

Çevreme korkuyla baktım. Gece yarısıydı. Yıldızlar açık gökyüzünde küçük küçük pırıldıyordu.  Bu gece ay vardı. Bacaklarımın yanından tenimi gıdıklayan bir şey geçti. Geçen bir tilkiydi. Kulaklarını dikmiş, kaskatı duruşuyla bana bakıyordu.  Rüzgar ağaçlarda kalan güçsüz yaprakları savurarak esiyordu. Yavaşça tilkiye doğru bir adım attım. Karanlıkta her şey olduğundan çok daha korkunç gözüküyordu. Sanki ağaçlar uzayacak, yıldızlı gökyüzünü kapayacak ve beni içinde boğacakmış gibi... Tilkinin gözleri ay gibi parlıyordu. Korku ve merakla karışık birkaç adım daha attım. Tilkinin gözleri giderek daha da parlak bir hal alıyordu. Ona yaklaştıkça titremeye başladığımı fark ettim. Benimle beraber ağaçlar, yer, gökyüzü, tüm orman titriyordu sanki. Garip bir melodi çalındı kulaklarıma. Sesin kaynağını görmek için etrafıma göz gezdirdim; ama karanlık ve karanlık... Sadece kalın ağaç gövdeleri seçiliyordu. Tilkinin daha da parlaklaşmış gözlerine baktığımda melodi tüm benliğimi sardı. Ses tilkiden geliyordu. Keman sesi çıkaran bir tilki... Farkında olmadan attığım yavaş adımlarla şimdi tilkiyle aramızda bir karıştan az mesafe vardı.  Başını okşamak için elimi uzattığımda baykuş masmavi gözleriyle karanlığı yırtarak yeniden ortaya çıktı.

Baykuş tilkiye arkadan öyle kötü saldırmıştı ki tilkinin tüylerinde derin pençe izleri oluşmuştu. Tilkide ona saldırmak için ağzıyla hamlede bulundu.  Çetin bir boğuşmaya girdiler.

Sum Naidesya patiyer.”

Ağaçlar fısıldaşıyodu.

“Spirus lessus, trismus. Harnia diramyer, Naidesya finisyer.”

Ağaçlar uzayarak gökyüzünü kapamış, güçlü kollar gibi boğazıma sarılmışlar ve beni boğmaya çalışıyordular.

Ahenk!”

“Ahenk iyi misin?”

“kendine geliyor hocam.”

“gözlerini araladı.”

Elçinin üstüme eğilmiş, turuncu kıvırcık saçları yüzümü gıdıklıyordu. Yakamı açmış, zaten inik olan kravatımı iyice çözmüş, dağınık olan okul üniformamı tamamen savaştan çıkmışa çevirmişti. Gözlerimi hafifçe araladım. Gür kıvırcık saçlarını yüzüme gölge ediyordu ve diğer öğrencilerle aramıza perde çekiyordu. Yüzünü yüzüme biraz daha yaklaştırıp “Nebula Ormanı’na hoşgeldin” diye gülümseyerek fısıldadı.

Yerden yavaşça kalktım.  Arkadaşlarım şaşkınlıkla bana bakıyordu.  Öğretmen geziyi burada bitirdiklerini, okula döneceklerini söyleyince ise benden bayağı nefret etmiştiler.

İki sınıf gelmiştik. Elçin diğer sınıftandı. Ayrı otobüslere binmeden önce bana bir kez dönüp gülümsedi.  Gerçekten çok sevimli bir kızdı. Beni kendisine çekiyordu. Aynı geçenlerde kahveyi üstüne dökeyazdığım çocuk gibi.  Bu garip, bazı insanları daha hiç tanımadan sevmem veya sevmemem neye dayanıyordu? Yüz güzelliğine mi? Hiç sanmıyorum. Tarzına mı? Belki olabilir...

Otobüsle okula dönerken boyuna dışarıyı izlemiştim. Uzun uzun Elçini ve o çocuğu düşündüm. Kıvırcık turuncu saçları ve bastı bacak halleriyle sevimlilik abidesiydi. Her zaman neşeliydi.  Bazen onun bu bitmek bilmez deli enerjisini kıskanmıyor değildim. Şu siyah kot ceketli çocuğa gelince, beni kendisine çekmekle beraber itiyor. Bu iki insanla da aramda oluşan garip sinerjiye anlam veremiyordum.

Okula geldim. Ders zilinin çalıp, evlere dağılmamız için aptal aptal bekledim. Eve gidince her şey güllük gülüstanlık olmuyordu tabi de... Hatta ormanda yaşadığım küçük bayılmayı anneme anlatmak istemiyorum. Yine  benim dikkatsizliğimden vesaireden dem vuracak ve bende sinirlenecektim. Gördüğüm garip rüyayı anlatmam işten bile değildi. Kitap okumaktan sıyırdığımı düşünebilirdi. Kim bilir belkide çok kitap okumaktan bunadım artık... En iyisi uzunca bir süre bunları düşünmemek.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jan 18, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Nebula Ormanı BüyücüleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin