Konuşan Ağaç Ve Gökkuşağı Günü

103 4 0
                                    

Gri ormanın içinde bir tek sarı renkleri ayırt edebiliyordum. Güneş ışığıydı o da. Bu mutluluktu ayrıca. Çünkü mutlulukta, umutta, mücadele etmekte hep sarının tonlarıydı. İçine düştüğüm hissizlik kuyusundan böylelikle çıkmış sayılırdım. Soluklanmak için bir ağacın altına bağdaş kurdum. Baya bir yorulmuştum. Üstelik ne uğruna yorulduğumu da bilmiyordum. Bu da beni daha çok yoruyordu. Kafam düşüncelerle bulanıklaşmış öyle otururken bir esneme sesi geldi. Etrafıma bakındım ve görebildiklerim ağaçlardan başka bir şey değildi.

"Hey, seni küçük sersem!" dedi ihtiyar bir ses. Ama sesin nereden geldiğini hala anlayamamıştım. Şaşırmış halde etrafıma bakınıyordum.

"Buraaadaayıım." Dedi.

"Neredesin? Kimsin? Seni göremiyorum." dedim. Etrafıma daha da endişe ile bakarak. Çünkü neyle konuştuğumu tam olarak bilmiyordum.

"Arkanda ki ağaç küçük sersem, başını yasladığın ağaç" Dedi. Arkama döndüm ve resmen ağzı yüzü olan bir ağaçla karşılaştım. Gerçekten de konuşan oydu. Önce konuşan kedi, sonra konuşan bir ağaç gerçekten bu çılgınlıktı.

"Demek yeni kız sensin. Eh baya sersemmişsin. Umarım mahmurluğunu Gökkuşağı gününe kadar atlatırsın. Yoksa seni herkes bayan çilli tavuk sanabilir." O çatlayan ihtiyar sesiyle kahkaha attı. Bense hâlâ yüzüne aval aval bakmaya devam ediyordum. Ona böyle boş gözlerle bakıp karşında dikilmemden sıkılmış olacak ki yüzünü ekşitti. Yarım ağızla bir şeyler mırıldandı ama duyduğumu pek söyleyemem.

"Yeteneğin ne küçük sersem? Hadi bana anlat, kimseye dedikodu yapmam. Ah ne kadar heyecan verici... Çok çetin bir karşılaşma olacak. Meşee? Meşe, bütün gün uyuyorsun. Kaldır moruk dallarını da yüzüme bak. Burada yeni bir kız var. Tatlı sersem, Meşeye 'meraba' de." dedi. Gözlerimi yukarıya doğru kaldırdım. Konuşacak bir meşe arıyordum. Biraz uzağımdan ağaç hışırtıları duyuldu. Sonrada ağzı yüzü beliren bir meşe ağacı gövdesi gözüktü. Aman Allah'ım... Sesi bizim Ayten Teyzeye benziyordu. Gözlerime inanamadım. Daha doğrusu aklıma bile inanamıyordum artık. Meşenin okuma gözlükleri vardı.

"Uğraşma onunla. Yeni gelen herkes biraz sersemler. Oh tatlı şey. Şu sevimliliğe bak Günlük ağacı, keşke sende biraz ondan nasibini alsaymışsın. Sen bu tatlılıkla olsan olsan Tatrie'lerdensindir. Ben her sene onları tutuyorum. Geçen sene onlar kazanmıştı. Bir harikalar." Dedi konuşan yaşlı meşe kadın.

"Tatrie'ler berbattı, geçen sene onlar kazanmadı zaten Muskie'ler kazandı. Muskie'ler gerçekten muhteşem, favorilerim onlar benim. Bu yılın Muskie'si kim olacak sabırsızlıkla bekliyorum." dedi. Artık gerçekten hiçbir şey anlamıyordum. 'Artık' değil, başından beri anlamıyorum. "Neyden bahsediyorsunuz siz? Hiçbir şey anlamıyorum. Gökkuşağı Günü ney? Ayrıca Mu-mu-muski ney?" dedim sesime biraz kızgınlık verip biraz da kaşlarımı çatarak. Muhabbete öyle kaptırmıştılar ki kendilerini, benim orada olduğumu unutmuştular. Haliyle bu çıkışımda onları hayrete düşürdü. İlk söze atılan meşe kadın oldu.

"Nasıl bilmezsin?" dedi. Yüzünde ki koca bir şaşkınlık vardı. İnce dallardan yapılmış saçma gözlükleri gözünden düşecekti neredeyse. Aynı şaşkınlıkla konuşan günlük ağacı adamda "a-a" dedi. "Neyi bilmiyorum?" diye sordum. Bu daha da şaşkınlıklarını artırdı. "kitap gelmedi mi sana? Nasıl bilmezsin?" dedi meşe kadın. Günlük ağacı da "bu kız gerçekten sersem!" dedi. Meşe boğazını temizleyerek günlük ağacını ayıpladı ve aynı şeyi tekrarlamaya devam etti "kitap gelmedi mi sana?" "kitap gelmedi mi sana?" "kitap gelmedi mi sana?" "kitap gelmedi mi sana?"

"kitap gelmedi mi sana?"...

~*~ ~*~ ~*~

"Kitaptan gına gelmedi mi sana? Bu kız gerçekten sersem. Yeter artık kaldır başını. Geç kalıyorsun. Bütün seneni bu şeylerle geçirdin. GEÇ KALIYORSUN! KAHVALTIN HAZIR! AHENK!" dediğini duyarak gözlerimi araladım. Yine masa başında kitap okurken uyuyakalmıştım. Hem de bu sefer sabaha kadar. Kitaba yapışan yüzümü ağır ağır kaldırdım. Her tarafım tutulmuştu. Robot gibi kesik kesik hareket ederek sandalyemde doğruldum. Elimle gözümü oyarcasına ovuşturdum. Beynime kan gitmeye başladığında içime bir sıkıntı düştü. Bugün baya uzunca bir aradan sonra okula geri dönüşümün ilk günüydü. Muhteşem olmayı hayal etmiştim fakat bu pek muhteşem bir başlangıç değildi. Biraz boynumu ovdum. Ah, felakettim. Önümde açılı duran kitaba baktığımda bu gece bir rüya gördüğümü hatırladım. Birkaç saniyelik bir rüya bana aylar gibi gelmişti.

"AHENK! DAHA KAÇ KERE KAHVALTI HAZIR DİYE BAĞIRACAĞIM. HAZIRLAMASAM KIZARSIN!" diye bağırdı annem bir kez daha. Oysa benim aklım hala rüyadaydı ve onu tekrar hatırlamaya çalışıyordum. Sanırım... Bir ormandaydım. Kendimi hatırlamaya zorladıkça beynim yanacakmış gibi hissediyordum.

"AHENK!" dedi. Bazen bu kadar bağırmasına rağmen sesinin nasıl kısılmadığına hayret ediyorum. Kitabımı kapayıp çantama attım. Bugün ilk gündü. Yeni insanlarla tanışacaktım. Açıp kitap okumak çok asosyal biriymiş gibi gösterebilirdi beni ama kimin umurunda? Onlarla garip bir bağım vardı ve bunun yeni sınıfımda edineceğim arkadaşların hiçbiriyle elde edebileceğimi pek sanmıyordum. Hızlıca yüzümü yıkayıp üniformalarımı üstüme geçirdim. Aynadaki görüntüm uykulu uykulu okumaktan çökmüş gözlerle bana bakıyordu. Bende ona bakıyordum. Bir süre bakıştıktan sonra annemin bir kez daha kahvaltının hazır olduğunu hatırlatmasıyla odamdan çıktım. Aslında ben kahvaltımı koala gibi yemeği severdim. Fakat bugün ona fırsat yoktu. Her zamanki gibi çok önceden planlanmış bir yerlere geç kalmak istemiyorum. Üstelik ilk günden!

Nebula Ormanı BüyücüleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin