Merhaba benim tatlı okurlarım. Uzun bir aradan sonra askıya aldığım hikayeye geri dönüyorum. Selvi'yi yarı yolda bıraktığımı biliyorum. Hep birlikte yarım kalan bu hikayeyi tamamlamaya ne dersiniz?
Beğeni ve yorumlarınızı bekliyorum :)
İlkokul öğretim çağımda aldığım ilk ceza ağzı bozuk lakırdıları ezbere bilişim yüzündendir. Bunda iki erkekle büyümenin yadsınamaz bir etken olduğunu belirtmek isterim. Suç benim değil, destursuz konuşmayı öğreten ailemin.
Yanlış hatırlamıyorsam ön sıramda oturan dişlek oğlanın -ismini hatırlamak zahmetine girmiyorum- silgimi gasp etmesi yüzünden gerçekleşti bütün olay.
Dersin ortasında o küçük ağzımı açıp bir avuç dolusu küfrü sıralayınca, ister istemez munis bir yapısı olan öğretmenimin fevkalade ilgisini çekmeyi başardım.
Tüm ders tek ayakta beklemem yetmiyormuş gibi ölümcül bir günah işlemişim gibi babama haber uçurulması da cabasıydı.Hak etmedi mi, etti.
Bende hakkını vermedim mi, verdim.
Kopan yaygara da bir tek ceza alan kişi ben olmam safi adaletsizlikti, işte o zaman işlerin doğru bir şekilde yürümediğini, düzenin düzensizliğini kavradım.
Yine de canım yandıkça küfrettim, küfretmeye devam da edeceğim bu da benim kendimce isyanım. Büyüdükçe daha güçlü olacağımı kimsenin beni kolayca hırpayamayacağını düşünmüştüm ki bu da bir yanılsamadan ibaretti. Düştükçe kalksam da dizlerim ve avuçlarımdaki sıyrıklar canımı yakmayı sürdürdü. Şimdiyse büyüdüm, hayatıma severek aldıklarım ve lanetleyerek çıkardıklarım musallat oldu ruhuma.
İlk aşk!
Kulağa nasıl da mülayim, ilk bahar esintilerini yansıtan, kiraz çiçekleriyle kaplı yollarda el ele tutuşan çifteri hatırlatan bir kelime olarak geliyor değil mi? Masum ve özel olması gerekirmiş gibi sanki. Bazı talihli kişiler için mutlu anılara ev sahipliği yapan bir deneyimdir, İlk aşk sancıları.
Benim içinse; ilk terk ediliş, kırık bir kalp, yerlerde sürünen onurum demek. Sırf bu yüzden bile nefret ediyorum ondan, henüz aşkla tanışmayan ruhumu örseleyip ayakları altında çiğnediği için. Aklımın deli estiği bir dönemde sevmedim onu, aksine hayat üzerine planlar kurduğum, amaçlarımı yerine getirmek için önüme odaklandığım bir anda. Öylesine sebepsiz, öylesine ansızın çöreklendi ki kalbime, afallayıp hayrete düşecek zamanım olmadı.
Ömer'i hatırlamak, ayağıma farklı çorap teklerini giymek gibi rahatsız edici bir durumdu. En çok ellerinin yumuşaklığını, gülümsediğinde mahcupmuş gibi kısılan göz bebeklerini severdim esasen.
Hani unutmuştun kalbim?
Bu neyin derdi şimdi; ne diye can çekişiyorsun tekrar avuçlarımın arasında. Atıp tuttukların hep kuru sıkı mıydı? Bak yine oyununa geldim, inandım da yarı yolda kaldım...
*
Işığı kapatıp odamın karanlık tavanına bakıyorum sürekli. Karanlık bir avuç zehir gibi yayıldıkça daha çok çörekleniyor ruhuma. Başıma gelenlerin tüm sorumlusu benim, ya da kozmik evrenin bana karşı kızgın bir tutumu var. Hayatımda ilk defa işe gitmemek için zihnimde bahaneler üretiyorum ama nafile bir uğraş bu. Sudan sebeplerle ancak bir arpa boyu alabilirim, yükümlü olduğum şeyleri savsaklayarak kurtulamam. Keşke o kadar kolay olsa!
Kilitli kapımın arkasından gelen seslere iç geçirsem de kapıyı açmamakta ayak diretiyorum. Şu an göğsümdeki fazlalıkla birlikte, kimseye dert yanacak mecalim yok. Yanlışlarımın ifritleriyle yüzleşmem gerek, bunu da ancak salim kafayla düşünerek yapabilirim. Gardım ha düştü ha düşmek üzereyken, bu ruh halimle kimselere görünemem.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AL TAKKE VER KÜLAH
HumorKolay kolay neşesini kaybetmeyen Selvi, Tam hayatının aşkına kavuşmuşken, avucunu yalamak zorunda kalır. Gene de pes etmez, Ona göre imkansız diye bir şey henüz dünya üzerinde icat edilmemiştir... Gamsızlığıyla nam salmış Uğur, Uzun birliktelikle...