34| küçük kelebek

2.3K 256 60
                                    

Jeff Buckley-Dream Brother

Ortam birkaç saniyeliğine sessizleşti, sanki herkes duyduğunu tekrar etmek için kendine kısa bir süre tanımış, inanmak istemişti. Kurtuluş anahtarı falandı, çok başkaydı, insanların hayatlarında böylesine bir şansla karşılaştıklarına inanmayacakları türden bir şeydi. Sessizlik büyüdü, Hoseok her birine beklentiyle bakarken Jungkook başını Yoongi'ye çevirdi, gözlerinin önünden olası gelecek senaryoları geçiyordu ve bundan öylesine memnundu ki mutluluktan ağlamaya başlamasına ramak kalmıştı. Elleri buz gibi oldu ve terlemeye başladı, kalbinin ne derece hızlı attığını hissedebiliyordu. 

"Bekle." Seokjin'in ani salona girişi odaklanan grubu korkuttu, Seokjin de pek güven verici durmuyordu zaten. Saçları dağılmıştı, üzerindeki cekette yırtıklar vardı. Devamında hiçbir şey söylemeden yerdeki halıyı itti ve elindeki bıçakla boyayı kazıdı, insanların onun ne yaptığını idrak edebilmesi için birkaç saniye geçmesi gerekmişti.

"Aklını mı kaçırdın?" İlk tepki veren Taehyung oldu, onun olduğu tarafa koştu, çemberi bozmadan önce onu durdurması gerekiyordu. Omuzlarından tutarak kaldırmaya çalıştı ancak Seokjin çoktan tılsımlardan birini bozmuştu. 

"Ne yapıyor--Kim Seokjin!"

Seokjin hiçbir şey söylemeden Taehyung'u ittiğinde Hoseok atıldı, bu tılsımlar ancak hepsi bir aradayken işe yarardı. Biri gittikten sonra diğerleri mutlaka zayıflamış olmalıydı. 

"Bana izin verin." Seokjin bıçağı ona yaklaşanlara doğrulttu. "Bir bildiğim var, izin verin." Duvardaki tılsıma yaklaştı, çerçeveyi aşağı attığında camın kırılma sesi odayı doldurdu. 

"Burada işler karışacak." Jungkook Yoongi'yi kolunun altına aldı, çoktan ayaktaydı. "Seni evine götüreceğim, kapıları kapat ve kim olursa olsun, tanımadığın birine kapıyı açma." 

"Haneul, çok değerli ya da önemli eşyalarını toparla." Seokjin tılsımı kazımadan önce bıçağı Haneul'a doğrulttu. "Burası bittiğinde nereye gideceğimizi konuşmuştuk." Hafifçe gülümsedi. "Kaç." 

Jungkook ve Yoongi'nin ardından hiçbir şey anlayamasa bile Haneul da gitti, ona itiraz etmeyi veya diğerlerine ne olacağını sormayı düşünmemişti. Anlayamamıştı zaten, neler olduğu hiçbir zaman net değildi.

"Hyung-" Jimin dudaklarını araladı ama sustu, ne diyecekti ki?

"Michael, tamam mı?" Seokjin tılsımı bozdu, ışıklar bir an gidip geldi. "Michael. Baban. Şimdi, izninizle, kaçmamız gerekiyor."

Bu, odayı sessizliğe sürükledi. Kimse ne söyleyeceğini bilemediğindendi aslında ama bir şeyler söyleseler bile anlamsız olacaktı. Jimin'in sahip olduğu gücün ne seviye olduğunu asla hayal edemezlerdi ve kimlerin peşinlerinde olduğunu da tahmin edemezlerdi. Hayal edebildikleri yalnızca yutkunmalarına sebep oldu. 

Taehyung onun yanından uzaklaşıp Jimin'e yaklaştı, gözlerinin nasıl baktığını görmüştü ve endişelenmişti onun için. Jimin ona göre korunması, her zaman gözetilmesi gereken biriydi, dünyadaki en değerli varlıktı ve şimdi... savaş kapıya dayanmıştı.

"Bu yüzden gitmeniz gerekiyor." Odadaki yabancı ses kimseyi şaşırtmadı. Taehyung da, Hoseok ve Jimin de Seokjin'in ne işler çevirdiğini az çok biliyorlardı ve tılsımları etkisiz hale getirmesi, buraya bir meleğin girmesine izin vermek içindi. O melek de, Seokjin'in muhbiriydi. 

"Tamam, artık melez olmak zorunda değiliz, değil mi?" Taehyung kaşlarını kaldırdı ve umutla sordu. "Yani eğer melek kısmı çıkarırsak bizi bulamazlar, bulmak istemezler."

Take Me To The Sky |vmin&yoonkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin