"Rosé!"
Rosé Jaehyun'un sesini duyduğunda arkasına döndü. Jaehyun üzerini değiştirmiş ve siyah bir takım elbise giymişti. Sahnedeyken serbest tutamlar halinde alnına dökülen saçları şimdi havaya kaldırılmıştı.
"Nasıl buldun?"
Rosé'nin tam önünde durduğunda ışıldayan gözleriyle ona baktı.
"Harikaydın." dedi Rosé tüm içtenliğiyle. "Sahnede olmak sana yakışıyor."
İkisinin arasındaki bakışmayı Jisoo'nun sorusu bölmüştü.
"Rosé gitmiyor muyuz?"
Rosé Jisoo'ya baktı. Yüzü karnının ağrısından çarpılmış bir şekilde duruyordu ve acı çektiği belliydi.
"Partiye kalamayacak mısınız?"
Jaehyun'un sesiyle tekrar ona döndü. Jaehyun aslında alacağı cevabı tahmin edercesine bakıyordu.
"Jisoo kendini iyi hissetmiyor. Gitmemiz gerek."
Rosé'nin cevabı ile Jaehyun'un yüzünden kırılmış bir ifade geçmişti. "Ah, tamam." dedi. Bir eli saçlarına gitmişti va başını öne eğip aniden geri kaldırdı. "Sonra görüşürüz o zaman."
Rosé başıyla onu onaylayıp "Görüşürüz." dedi.
"Kalmak istemiyordun öyle değil mi? Eğer kalmak istiyorsan Baekhyun'u çağırabilirim."
Rosé sıkkınlıkla bir nefes verirken Jisoo'ya döndü. "Şu karın ağrın yüzünden mi bu kadar çok konuşuyorsun?" Jisoo'nun tuhaf yüz ifadesinin üzerine sağ elini onun omzuna koyup bir gülümsemeyle "Sorun yok Jisoo. Kalmak istemiyordum." dedi. Bunu içinden kendine tekrar etti. Kalmak istemiyordum.
Jisoo Rosé'nin söylediklerini kabullenircesine yürümeye devam ederken Rosé de onu takip etti. Üzerine çöken garip histen kurtulmak istercesine derince bir iç çekti fakat bu daha kötü olmasına neden olmuştu. Sanki onu zehirlemek isteyen havadan içine çekmiş gibi hissetti."Sanırım tuvalete gitmem gerek."
Jisoo elini midesine bastırarak hızla geriye döndüğünde Rosé onun arkasından bakakaldı. Jisoo tuvalete yetişmeye çalışırken Rosé de onun peşinden koştu. Tuvaletin beyaz, ağır kapısını ittirdiğinde burnuna gelen iğrenç kokuyla yüzünü buruşturdu. Kabinlerden birinden sifon sesi geldi.
"Jisoo iyi misin?"
Rosé'nin sorusuna karşılık hırıltılı bir ses yükseldi. Rosé kabinlere ilerleyip Jisoo'nun içinde olduğu kabinin önünde durdu. Kapıyı tıklattığında Jisoo "İyiyim." diyebildi. Birkaç saniye sonra Jisoo kapıyı açıp dışarı çıktığında Rosé onun alnındaki ter damlarını fark etti. "Hemen hastaneye gidiyoruz." Sesinde itiraza yer vermeyen bir tını vardı. Jisoo elini midesine bastırırken yutkunarak başını salladı. Sonra elini ağzına götürerek tekrar kabine girdi.
"Ben arabayı bölümün önüne getireyim. Tek başına gelebilir misin aşağıya?"
Rosé sifon sesinin arasında kendi sesini duyurabilmek için bağırarak konuştu. Jisoo boğuk bir sesle "Gelirim." dediğinde aceleyle tuvaletten çıktı. Asansöre koşup düğmeye bastı. İki üst katta bulunan asansör yavaş bir şekilde aşağı inerken Rosé endişeyle etrafına bakındı. İçinde onu deliye çeviren bir his yavaş yavaş kendini fark ettiriyordu. Nihayet asansörün kapısı açıldığında karşısına çıkan yüzle olduğu yerde kalakaldı.
Taeyong üzerinde sahne kıyafetiyle tam karşısında duruyordu. Kısa bir bakışmadan sonra Rosé kendini toparlayıp asansöre adımını attı. Taeyong üçüncü katın düğmesine basmıştı. Rosé sıfırıncı kata basıp kenara çekildi. Taeyong'a arkası dönük bir şekilde durmak için yönünü kapıya çevirdi. Asansörün halatlarından gelen kulak tırmalayıcı ses dışında hiçbir ses yoktu aralarında. Rosé sanki elinde uzun süredir sıktığı bir balon varmış ve balonun patlamasına çok az kalmış gibi gerildi. Üçüncü kata geldiklerinde Taeyong'un harekendiğini fark etti. Asansörün kapısı açıldı ve Taeyong dışarı çıktı. Rosé derin bir nefes alacakken Taeyong bir anda onu kolundan tutup asansörün dışına çekti.
Rosé kendini Taeyong'un kolları arasında buldu, afallamış bir haldeydi. Belirli belirsiz nefesler alarak "Ne yapıyorsun!" diye bağırdı. Taeyong "Konuşmamız gerek." derken bir yandan onu uzun koridora doğru çekiştirdi.
"Taeyong bırak!"
Rosé kolunu Taeyong'un tutuşundan kurtamak için kendine doğru çekiyor ve Taeyong'un koluna kelepçe gibi tutunan parmaklarını açmaya çalışıyordu. "Böyle bir yere varamazsın!" diye bağırdı sinirle. Neydi Taeyong'un yaptığı? Kelimenin tam anlamıyla zorbalıktı. Taeyong ofisinin kapısını gürültüyle açıp Rosé'yi içeri çekti. Kapıyı kilitleyip anahtarı eline aldığında Rosé'ye döndü. Rosé gözlerinde öfke ya da korkudan çok hayal kırıklığıyla bakıyordu kendisine. Bu Taeyong'un daha berbat hissetmesine neden oldu. Gergin adımlarını Rosé'ye yönelttiğinde Rosé bir adım geriye gitti.
Taeyong derin bir iç çekerek "Hiçbir şey bilmiyorsun." dedi. Sesindeki acı tını yoğunlaşarak tüm odayı doldururken bakışlarını Rosé'den çekip ofisinin içine yöneltti.
Ne olmuştu o gün? Taeyong hatırlayamıyordu. Sadece Rosé ofise girdiğinde göğsünde toparlanan çığlığı, boğazından fırlamaya hazır o dehşeti hatırlıyordu. Gerisi küllerden ibaret gri siyah bir dağınıklıktı ve geçen dört ayda Taeyong çoğu zaman bu dağınıklığın içinde kendini bile bulamamıştı. Derin bir nefes alıp nefesi bıkkın bir şekilde dışarı verdi. Rosé'ye bakmaya çekiniyordu. Sanki bir şey gözlerini yerde tutuyor ve kaldırmasına izin vermiyordu."Beni dinlemelisin." dedi kendini toplayarak. "Beni dinlemelisin çünkü..."
Rosé ona doğru yürüdüğünde şaşkınlıkla bir adım geriledi. Rosé elini ona uzattığında boş gözlerle önce Rosé'nin kendisine uzattığı eline sonra da Rosé'ye baktı.
"Anahtar." dedi Rosé kendinden emin bir sesle. "Anahtarı hemen ver." Buz gibi bakışlarını Taeyong'unkilere dikip "Seni dinlemek istemiyorum." dedi. Gözlerinde, sakin dış görünüşünün derinlerinde öfke parıltıları yatıyordu. Saklamaya çalışsa da öfkesi sürekli yüzeye çıkıyor ve iyi taşıdığı maskesine rağmen aradaki çatlaklardan dışarı sızıyordu. Taeyong'un akıl karıştırıcı bakışları onu zorladığında "Anahtarı ver Taeyong." diye tekrarladı. "Yoksa avazım çıktığı kadar bağırırım."
Jisoo dışarıda onu bekliyordu, buradaki varlığı anlamsızdı. Jisoo hasta bir şekilde dışarıda Rosé'yi beklemese bile Rosé'nin burada olması saçmaydı. Dinleyeceği bir şey yoktu, dinlemek istediği bir şey yoktu. Lisede değillerdi, ilkokulda hiç değillerdi. Kelimelerin düzeltemeyeceği şeyler de vardı.
Taeyong umursamaz bir sesle "Bağır o zaman." dediğinde Rosé ona uzattığı elini geriye çekerek "Peki." diye karşılık verdi. Taeyong'un sesindeki umursamaz tavır karşısında şaşırmıştı. Gözlerinde sinirli bir bakış gördüğünde sen nasıl istersen, diye düşündü. Rosé çığlık atıp yardım etmeye hazırlanırken gözlerini Taeyong'unkilerden ayırmadı. Yeni bir başlangıç değildi bu bakış, kesin bir sonlandırmaydı.
Rosé'nin çığlığı odada yankılandığında Taeyong onu kolundan yakalayarak duvarla kendisi arasına sıkıştırdı. Elini Rosé'nin ağzına kapatıp çığlığını içeriye hapsetti. Rosé'nin kalbi kendisininkine yakın bir şekilde hızla atarken Taeyong'un tek düşünebildiği bu gri-siyah dağınıklığın içinde zaman zaman farkına varabildiği anıların sıcaklığıydı.
Ağağağağağa. Sonunda benin sevdiğim sahneler geldi. Yazarken kendimden geçtim resmen. Bölüm hakkındaki görüşlerinizi bekliyor olacağım. Bu arada artık haftada bir bölüm atabileceğim, bunun için çok üzgünüm. Kendinize iyi bakın.
Sevgilerle, büyücünüz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İrrasyonel | Jaerosé
Fanfic❝Rosé üniversitede bir matematik hocası Jaehyun ise ilk senesinden kalan genel matematik dersini geçebilirse mezun olacak bir dans bölümü öğrencisi.❞ İrrasyonel |@Balaccie| Tüm hakları saklıdır.©