Ana bölüm de binanın diğer bölümleri gibi beyaz ve griydi. Neden böyleydi hiç bir fikrim yoktu ama böyleydi işte. Zaten bana kalsa her şey çok farklı olurdu herhalde. Mesela ben binanın dışını mora, içini özellikle de laboratuvarları maviye boyardım. Sonuçta madem her şey her an aynıydı o zaman hayatımızdaki belki de en büyük imkan renklerdi. Eğer biz aynı isek renkler farklı olmalıydı. Hatta bence ağaçların renklerini değiştirmeyi bile düşünmeliydik. Ama hiçbir şey, hiçbir zaman benim elimde olmuyor sonuçta. O yüzden bunu çok dert etmiyorum.
O, elindeki dosyalara sessiz ve ürkütücü bir şekilde hızlıca göz gezdirirken yanına gittim. Geldiğimi hissetmişe benzemiyordu ama mutlaka hissetmişti. Sadece umursamıyordu. Acaba hep mi böyle, diye düşündüm. Değişikti, bir şeyler yanlış geliyordu insana onunla ilgili. Yüzünde farklı bir ifade vardı. Öyle bizim gibi hiçbir şeyi umursamayan türden değil de sanki bir parça daha farklı. Öyle ki ona bakarken gözümün önünde okuduğum kitaplardaki karakterler canlanıyordu.
Yüzüne çok dik bakmış olmalıyım ki dönüp o da bana baktı. Bana bakınca gözlerinin elaya çalan bir yeşil olduğunu farkettim. Ayrıca kendimi yanında çok küçük hissediyordum ama bu fark bana bakınca daha da büyümüştü sanki.. Tamam insanların benden uzun olmasına alışıktım ama bu kadar uzun olmasına değil. Nerdeyse aramızda yirmi beş, otuz santim vardı. Ve zaten size yukardan bakmaya can atan birinin sizden uzun olması onun için çok büyük bir avantajdı. Sonuçta size her anlamda yukardan bakabiliyordu.
Dönüp yüzümü o da bir uzaylıymışım edasıyla inceledi. Kızardığımı hissediyordum ama bana o denli değişik bakıyordu ki yapacağım her hareketten ürküyordum. Sonunda kendimi toparlamam yaklaşık kırk elli saniyemi aldı ama bana asırlar gibi gelmişti. Başımı bir parça daha kaldırmaya çalışarak " Bakıyorum fazla hızlısın." dedim. Evet çok doğru bir ilk cümle değildi ama aklıma gelen ilk cümleydi. Ama sonuçta doğruydu. Onun da doğru olduğunu düşünmesini umarak yüzüne baktım " Ciddi olamazsın, her şey tükeniyor. Siz kendinizi ölümsüz olduğunuza inandırdınız ama inandığınız her şey bir saçmalık. Evet belki ölmüyorsunuz ama doğa sizden her şeyinizi alıyor. Sizi insan yapan özelliklerinizi alınca zaten ölmüş oluyorsunuz. Ve hepiniz aslında bir yumruya dönüşmeyi bekleyerek yaşıyorsunuz. Ama bir şey diyeyim mi, bu korku ölüm korkusundan beter." dedi. Sonra sanki tüm öfkesini tüketmiş gibi sustu. Ama benim dikkatimi en çok çeken şey kendini bizden ayırmasıydı. Kendini sürekli bizden ayırarak siz demişti.
Tekrar yüzüne baktım ve "Berâ bir şey sorabilir miyim?" dedim. Cevap vermeyince bunu " evet" olarak algıladım. " Neden hep 'siz' dedin?" diye sordum. Bir anda başını hızlı bir hareketle okuduğu dosyadan kaldırdı ve yanlış bir şey yapmış gibi yüzünü ekşitti. Açıkça söyliyeyim ona yanlış yaptığını hissettirmek hoşuma gitti. Ama çabuk toparlayıp " Öyle değil mi?" dedi. Bir parça sırıtarak. Afalladım, Daha doğrusu ürperdim.
" Sen kimsin?" diye sordum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
SONSUZLUK LANETİ
Science FictionYa bir gün tüm hayallerimizin aslında ölüm olduğu için değerli olduğunu fark edersek. O zaman ölümsüzlük bir mükâfat mı olur yoksa bir lanet mi ?