Yıllar, yüzyıllar önce Yeryüzü'nde sadece sihirli yaratıklar yaşıyordu. Zümrüdüanka kuşları, Deniz kızları, Griffinler, Uzun Kuyruklu Ejderler ve daha nicesi... Sadece saflık vardı. Krallıklar yaratıkların kendi halkından biriyle birlikte olup neslini devam ettireceğini, diğer yaratıklarla birlikte olamayacağını söylüyordu. Herkes bunun önemsiz bir ayrıntı olduğuna inanmıştı. Ancak zamanla bu önemsiz cümlenin ardındaki giz ortaya çıktı. Deniz kızları, Zümrüdüanka erkekleriyle; Ejderler, Yılanlarla; Griffinler Atadamlarla birlikte olmaya başladığında işler çığrından çıktı. İnsanoğlu gelip Dünya'yı alt üst etti. Hayatta kalabilen yaratıklar yaşamlarını Rio'da, Macabre'de sürdürebildi. Zamanla "insanoğlu"nun onları Macabre adasında da bulmasıyla bir plan yapmak zorunda kaldılar. Her halk kendi içinden, biri kız diğeri erkek olmak üzere, sadece iki bebek kurtarabiliyordu. Diğer herkes, bebeklerin büyümesi ve yıllar sonra bıraktıkları işaretlerden onları anlayıp kendi nesillerini devam ettirmesi için ölmeyi göze alacaktı. Ancak bebekler büyüdüklerinde birbirleriyle değil insanoğlu ile birlikte olmayı tercih etti. Onların bebeklerindeki ve torunlarındaki gizli gen dışında yaratıklardan hiç iz kalmadı. Ve sihirli yaratıklar Dünya'yı insanoğluna bırakmak zorunda kaldı.
**********
Krallıkların güçlerini kaybetmeye başladığı bir zamanda, kuralların geçersiz sayıldığı bir zamandaydık. Eskiden sadece kendi kabilemizden kişilerle birlikte olabiliyorken şimdi aşkı bulan, kim olduğuna bakmıyor bile. Herkes krallıkların tekrar gücünü toplama olasılığına karşı çocuk yapma ve birlikteliğini garantiye alma peşindeydi.
Olaylar ben çok küçükken başladı. Ailem ve bizim gibi hala kurallara uyanlar kalede koruma altına alınıyor, her kişi başına koruyucu muhafızlar atanıyordu. Uzun yıllar boyunca koruma altında kaldık. Her Mermaid'e bir zümrüdüanka düşüyordu. Kalede o kadar uzun süredir korunuyorduk ki, yetişkinlik yaşıma bile kalede girmiştim. Yetişkinlik yaşıma girer girmez kendi muhafızım bana atanmıştı. Mikayah. Uzun süredir muhafız olmak için eğitim görüyordu. Her yerde beni korumayı ilke edinmişti.
Nereye gitsem oradaydı: yemek salonu, kalenin bahçesi, büyü dersliği, odam, tuvalet hatta banyoda. Neyseki, tuvalete veya banyoya girmem gerektiginde kapının dışında bekliyordu. Hemen hemen aynı yaştaydık ancak bir muhafız olarak benden biraz daha büyüktü.
Büyü dersliğinde gücünüzü sergiliyor, üç büyü ustası jüri karşısında değerlendiriliyordunuz. Derslikler gücünüzü kontrol etmek ve kralların anlattığı faciaya hazırlanmak için vardı. Krallar bir faciadan bahsediyor ancak yardımcı olacak hiçbir ipucu vermiyorlardı.
Üç jüriden birincisi; çok nadir bir yeteneğe sahip Plinkton adında bir Kia, bir büyü yazarı idi ve yeni büyüler yazıp eski büyüleri güçlendirmek onun göreviydi. Saçları kırlaşmıştı, orta yaşlı olduğu belliydi ancak yüzünde bir küçük parça bile yaşlılık belirtisi yoktu. Genç durmuyordu ancak gençlik dönemi geçmiş biri için pürüzsüz bir cilde sahipti.
İkinci jüri: Siya Jendinel. Kendi koruyucu hayvanı -bir gelincik- olan bir melekti. Büyü yapışını görmek için canımı bile verebilirdim. Çok az bir kitle onun büyü yapışını görmüştü ve görenler de gözlerinin -çok nadir bir renk olan- kırmızıya dönüştüğünü iddia ediyordu. Ve bu, genellikle hiç iyi olmazdı. Beyaz olanlar yeni yeni büyü yapmaya başlayanlardı. Sarı olanlar, bu işi kavramaya başlayanlardı; siyah olanlar, büyü yapmada fazlasıyla yetenekli olanlardı -ve ben bir siyahtım-; maviler, üstlerimizin renkleriydi -bizden biraz daha bilgili olanlar- ve kırmızılar ise ustaların, en iyilerin, en güçlülerin, yenilmezlerin rengiydi. Dünyamızda çok az kişi kırmızı rengine sahipti. Kırmızıya sahip olmak şu an gözünüze iyi bir şeymiş gibi gözükebilir. Ancak, söylenenlere göre, kırmızılar o kadar güçlü bir yeteneğe sahiplermiş ki, bu yeteneği kullandıkça kendi güçleri onları ele geçirmeye başlarmış. Kendilerini kaybeder ve sonunda göğe yükselirlermiş. Bu nedenle bir koruyucu hayvana ihtiyaçları olurmuş. Ve işte bu yüzden büyü yapışını görmek için canımı bile verirdim -ve büyük ihtimalle kendini kaybedince canımı kendisi alırdı.-
Üçüncü jüri Plet adına, ne işe yaradığı belirsiz ayyaşın tekiydi. Sürekli yanındaki şişeden bir şeyler içip duruyordu ancak kimse ne içtiğini bilmiyordu. O kadar sakindi ki, konuşması bile tuhaf derecede yavaştı. Bu nedenle herkes onun ayyaş olduğunu düşünüyordu. Kimse neden jüri koltuğunda oturduğunu bile bilmiyordu ancak yine de bir jüriydi ve -en azından onun yanındayken- ona saygı göstermek zorundaydılar.
Yetişkinlik yaşına bastıktan tam iki ay sonra, sonunda jüri karşısına çıkacak, hünerlerimi sergileyecek ve beğenilerini kazanmaya çalışacaktım. Muhafız Mikayah, iki ay boyunca, bana bir kaç küçük büyü numarasını öğretmişti. Ancak bunlar jüriyi etkilemeye yetmezdi.
Dizlerime kadar uzun kabarık saçlarımı kabaca ördüm -örgü olduğu neredeyse belli bile olmuyordu- ve kocaman saç kitlesini sağ omzumun üzerine aldım. Örgümün aralarına ip yardımıyla rengarenk deniz kabukları bağladım ve kabarık saç topluluğumu özel bir şeye dönüştürdüm. Kafama, daha öncesinde annemin yaptığı, açık gök rengi çiçeklerden oluşan bir taç taktım. Günlük kıyafetlerimi çıkarıp beyaz, uzun elbisemi giydim. Şu yaşınızda vücudunuz biraz şekil almaya başladığından olsa gerek, küçük çocuk gibi giyinmek istemiyorsunuz. Arkası beline kadar sırtı açık olan, önü kalbimin olduğu yere kadar "v" şeklinde gelen, kolsuz, ayaktan dize kadar yırtmacı olan bir elbiseydi seçtiğim. Ayaklarıma pabuç geçirmeden gidecektim. Kalenin içinde pabuç gereksizdi çünkü kalenin her tarafı, her zaman temiz olurdu ve ayağınıza bir şey batması neredeyse imkansızdı. Ben doğal olmayı tercih ettim.
Mermaid'lerin en önemli yetenekleri kesinlikle sesleriydi ve bunu jüriyi etkilemek için kullanmalıydım. Şarkılarımızı kullanarak istediklerimizi elde eder, büyü yapar, kontrol eder ve kendimizi koruruz işte bu nedenle sesimiz ve şarkılarımız her şeyimizdir.
Zümrüdüankalar silah, araç gereç yapacak kadar zekilerdi; ejderhalar, ateşi kontrol edebiliyordu; griffinler ise, binek hayvanlarımızdı ve suyun üstünde yürüyebilme güçlerine sahiplerdi. Mermaid ve Zümrüdüankalar zaten şekil değiştirme gücüne sahip olduğundan biz suya şekil verenler sayılırdık, Zümrüdüankalar ise gökyüzünün hakimleri olarak sayılardı. Normalde dışarıdan görünüşümüz büyü yazarları gibiydi. Normal bir Kia veya Siya gibiydik. Şekil değiştirdiğimizde gerçek formumuz kesinlikle daha korkunç ancak bir o kadar da gösterişliydi.
Görevliler beni çağırmadan önce nasıl bir büyü yapacağımı düşünmeliydim. Kendini beğenmiş değil, tamamlayamayacağım bir büyü değil ama güçlü... Ne yapacağımı çok iyi biliyordum.
Görevliler beni almaya geldiklerinde heyecanımı kimseye belli etmeden başım yukarıda, sırtım dik bir biçimde, sabit ve cesur bakışlarla uzun ince koridora doğru yöneldim. Koridorda görevlilerin pabuçları dışında ses çıkaran bir tek şey dahi yoktu. Ve her seste büyü dersliğine biraz daha yaklaşılıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Macabre: Yeniden Doğuş (ASKIDA)
FantasíaYıllar, yüzyıllar önce Yeryüzü'nde sadece sihirli yaratıklar yaşıyordu. Zümrüdüanka kuşları, Deniz kızları, Griffinler, Uzun Kuyruklu Ejderler ve daha nicesi... Sadece saflık vardı. Krallıklar yaratıkların kendi halkından biriyle birlikte olup nesli...