A SMALL WHİSPER

15 2 6
                                    

Kuşku... Güvensizlik... Şüphe

Aslına bakıldığında tüm kavramlar aynı anlama geliyor. Birinden ya da bir şeyden şüphe duyarsanız ona kuşku ile yaklaşırsınız. Kuşku ile yaklaştığınız şeye de güvenmezsiniz.
Bu duyguların beslediği ortak bir duygu; endişe. İnsan endişeli olduğu zaman mantığı devre dışı kalıyor ve düzgün düşünemez hale geliyor. Beyin bir an önce endişe ettiği olaydan kurtulmanın yollarını arıyor. Çünkü endişe ile akılda kurduğunuz her bir senaryo sizi daha çok dehşete düşürüyor ve bu ağır duygu yoğunluğu size mental ve fiziksel olarak zarar veriyor.
Hastalıklı duygular sizi sardığı zaman günlük rutininizi yapamaz hale geliyorsunuz. Aklınızda kurduğunuz tüm senaryolar beyninizi yavaş yavaş ele geçiriyor ve kemirmeye başlıyor.

Her insan gibi ben de bu duygulardan haz etmiyor ve olabildiğince onlardan uzak olmaya çalışıyorum. En azından bu zamana kadar çalışıyordum.
İki hafta. Endişeli bir şekilde geçirdiğim iki hafta. Diken üstünde yaşamaya devam ettiğim 14 lanet gün.
Seulgi ile ablasını ziyaretimizden sonra bir daha buluşacağımıza söz vermiş ve telefonlarımızı birbirimize vermiştik.
Bu iki hafta içerisinde her telefonum çaldığında anlamlandıramadığım duygular beni ele geçiriyor ve telaşlanıyordum.
Seulgi ile her konuşmamda konu ablasına gelmesin diye elimden geleni yapıyor geldiğinde ise ne diyeceğimi bilemiyordum.
Moonbyul unnie'i hem görmek istiyor hem de istemiyordum. Onu görmek istiyorum çünkü görmemem için hiçbir sebep yok. O dolaylı yoldan da olsa hayatımı kurtarmıştı. Bana yaşamak için bir sebep vermişti - evet ufak bir tebessümün bir sebep olmadığının ben de farkındayım fakat bir bahaneye ihtiyacım var-. Ona karşı bir minnetarlık, sevgi besliyorum. Bir yandan da onu görmek istemiyorum çünkü onun yanında karıncalar ve soğuk geri geliyor. Beynim ve mantığım görevini yapmayı reddediyor. Ah bir de şu aklımdaki fısıltılar ortaya çıkıyordu.

Fısıltılar, onlar, sürekli bana onu anlatıp duruyordu. Sürekli o günü anlatıyorlardı. Fısıltılar dikkatimi başka bir şeye vermediğim sürece, daima ordaydılar. Kulağımın arkasında, ensemin oralarda ve göğüs kafesimin ortalarında kaburgalarımın üstünde bir yerdeydiler.

Çalışma masama oturmuş boş gözlerle önümdeki yazılara bakıyordum. Yazıları okuyor ama okuduklarımı anlamıyordum. Odak noktam başka yerdeydi. Ensemdeki ses sürekli bir şeyler fısıldıyordu. 'Telefonundan ses gelecek. Arama, mesaj ya da her hangi bir bildirim sesi' bu cümle sürekli kafamın içinde dönüyordu. Muhtemelen günlük yaşamda herkesin başına gelebilecek bir olaydı. Aklınızdan bir şey geçer ve bir iki saniye sonra olay gerçekleşir. Buna en yakın örnek benim yaşadığımdı sanırım. Ses bana fısıldadıktan sonra telefonuma mesaj gelmişti. Duymadığım için son seviyede ayarladığım bildirim sesi, duyacağımı tahmin etmeme rağmen beni korkutmuştu. Yerimden aceleyle kalkmış -neden bu kadar heyecanlı olduğumu bilmiyordum- yatağın üstüne attığım telefonu elime almıştım. Kim olduğunu biliyordum. Bildirim sesini tanıyorsun dedim kendi kendime. Mesajı kimin attığını biliyorsun bu kadar telaşlanma. Seulgi. Mesaj en yakın arkadaşım Seulgi'den gelmişti. En yakın arkadaşım olduğu noktayı unutmayalım. Önemli bir nokta. Çünkü o benim en yakın arkadaşım. Evet öyle.

Gönderen: Gigi

Mesaj: Moon beni seviyorsun değil mi? En sevdiğin arkadaşın benim değil mi? En sevdiğin arkadaşına bir konuda seve seve yardımcı olursun değil mi?

Mesajı okuduktan sonra o bilmiyor dedim içimden. O, en önemli noktayı bilmiyor. En yakın arkadaşım olduğunu bilmiyor. Başımı iki yana sallayarak telefona odaklandım. Muhtemelen bir şey isteyecekti. Onu tanıyordum. Artık sizinde bildiğiniz gibi, o benim en yakın arkadaşımdı.

Gönderilen: Gigi

Mesaj: Ne isteyeceksin?

Anında cevap gelmesiyle gözümün önünde olası bir sahne belirdi. Telefon elinde küçük gözlerini parlaklığını sonuna kadar kıstığı ekrana dikmiş, baş parmağının etlerini kemiriyor bir yandan da ayağını sallıyordu. Sahip olduğum her şeyi ortaya koyabileceğim bir bahis bile başlatırdım bunu için. Çünkü onu çok iyi tanıyordum. Sadece onu değil çevremdeki insanları çok iyi tanıyordum. Sessizce onları gözlemliyor ve alışkanlıklarını öğreniyordum. Sonrasında hiçbir işime yaramasada benim için oyun haline gelmişti.

Small SmileHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin