A SMALL ANT

17 1 2
                                    

Sessizlik...

   Etrafımdaki yegâne duvar. Beni tehlikeli çizgiler üzerinde yürüten olgu. Hiçbir zaman sessizliği seven biri olmamıştım. Kalabalık ortamlar ya da aşırı gürültü taraftarı değildim tabi ki. Fakat birkaç kişi ile olduğum ortamlar, en olmadı bir kişi ile olmam ilk tercihlerimin arasındaydı.
   Sessizlik kulaklarımı kanatacak kadar yüksek çığlıklar atardı. Odamda ya da her hangi bir yerde tek başıma olduğum zaman sessizlik etrafımı kara bulut gibi sarardı. Özünde gri olan hatta beyaza yakın olan bu duman kafamdaki sesler ile birleştiğinde kararıyor hatta zift gibi oluyordu. Önümü görmemi engelliyordu.
  Bu gibi durumlar için alternatif çözümlerim vardı. En basitinden bir tanesi; müzik. Ya da tek başıma isem ve etrafta kimse yoksa kendi kendime konuşmak.
   Aslında bakarsanız gerek duymadıkça konuşmayanlardandım ben. Hatta bazen günlerce konuşmadığım zamanlar oluyordu. Konuştuğum ilk birkaç saniye sesim çıkmaz daha sonra da pürüzlü ve bir kıza göre bir tok daha kalın olan sesim kulaklara ulaşırdı.
  Kendi kendime konuştuğumda çoğu zaman alakasız konuşarı birbirine bağlar kendi kafamı karıştırırdım.
  Kalabalık ortamlarda köşelere geçer sessizce konuşulanları dinlerim. Tıpkı şimdi yaptığım gibi.
  Kaldığımız yurdun zemin katındaydık. Yurdun giriş kapısının çaprazında kalan kapı binanın altına gidiyordu. Birkaç basamak indikten sonra da iki basketbol sahası genişliğinde boş bir alan karşılıyordu sizi. Aslında burası yurt için kafe-kütüphane tarzı bir yer olacakmış fakat maliyet yetersizliğinden sadece oda olarak kalmış. Yurt müdürü bu şekilde açıklama yapmıştı bize. Biz de müdüre yalvarmış ve burayı toplanma alanı bir çeşit ortak salon gibi kullanmak istediğimizi söylemiştik. Uzun çabalarımız sonucunda kabul edilmişti ve bizde odayı puflar masalar ve istediğimiz diğer ıvır zıvırlarla doldurmuştuk. Burası hiç boş kalmazdı. Tıpkı şu an olduğu gibi.
   10-15 kişi oturmuş bir şeyler konuşuyorlar kendi aralarında espriler yapıyorlardı. Hepsiyle seviyeli bir arkadaşlığımız vardı ama çok yakın değildik. Fakat orada olmam onları rahatsız ediyora benzemiyordu.
   Peteğe yakın olan pufa oturmuş serinliğinden yararlanıyordum. Kafamdaki sesleri bastıracak gücüm olmadığı için -uykusuz ve stresliydim- bende çözümü buraya inmekte bulmuştum. Bir bakıma işe yaramıştı. Sesler en aza inmiş yerini uğultulara bırakmıştı. Sesler daha çok benim iç sesim gibiydi. Gibiydi değil öyleydi. Yalnızca benim iç sesim baskın olmaya çalışıyordu. Onu çoğu zaman umursadığım söylenemezdi. Daha çok sinirlerimi bozuyordu.
   Gözlerim masaya dalmışken birden telefonum titredi. Hafif bir şekilde yerimden sıçradım. Seulgi'den mesaj vardı. Bu sefer ne saçmalayacaktı cidden merak etmiyordum.

Kimden: Gigi

Mesaj: yarın ablama gideceğiz unutmadın değil mi?

Gözlerimi devirdim ve cevap vermek için parmaklarımı hareket ettirdim.

Kime: Gigi

Mesaj: Bilgin olsun diye söylüyorum, şu an gözlerimi devirdim. Ayrıca Seulgi tüm gün bunun hakkında konuştun. Nasıl unutabilirim?

Mesajı gönderdikten saniyeler sonra cevap gelmişti.

Kimden: Gigi

Mesaj: Amanın kedicik kızgın. Tamam. Doğru unutmuş olamazsın ama olsun ben yine de hatırlatmak istedim. Sabah 9 da orada olacağız 8 de oraya gideceğimiz otobüs durakta olacak. Biz de bu yüzden 7. 30 da  kalkıp orada olacağız.Yürüyerek ancak gideriz.

Acıklı bakışlarımla mesaja odaklandım ve tekrar tekrar okudum.

Kimden: Gigi

Mesaj: Moon. Gördün de neden cevap vermiyorsun?

Kime: Gigi

Mesaj: Sadece sabahın köründe uyanmama neden olacak kadar değerli misin onu düşünüyorum.  Bak bu son tamam mı? Gerekirse arkadaşlığımızı bitir ama beni bir daha o saatte kaldırma.

Small SmileHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin