A SMALL IVY

6 0 2
                                    

Medya: Alec Benjamin swim


Bir şeyleri kabullenmek kesinlikle onlarla başa çıkmaktan daha zordur. Kabullenmek ve benimsemek zihni ve bedeni sancılı bir sürecek sürükler.
İlk önce gözünüzün önündeki sorunu görmezden gelmeyi bırakırsınız. Onun her daim orada olduğunu ve size iğrenç bir şekilde güldüğünü anlarsınız. Daha sonra o sorunun size neler çektirdiğini düşünürsünüz. En son olarak da o sorunu ortadan kaldırmak istersiniz. Çünkü kimse kısacık olan hayatında sorun olsun istemez. Kusurun en büyük örneğiyken basit yaşamının kusursuz olmasını ister,bencil insanoğlu.
Kusursuz olduğumu düşünmüyordum. Uzun bir yaşam da sürmek istemiyordum. Sadece dümdüz ve hareketsiz bir yaşam istiyordum. Olabildiğince az insan ile sakin bir hayat.
Sorunlarımı hiçbir zaman görmezden gelmedim. Çünkü beceremezdim. Ortada bir sorun varsa bu sürekli gözüme batar ve aklımı kurcalardı. Sorunun ortadan kalkması için kendi isteğimle bir şey yapmazdım. Biri beni dürtene kadar ya da sorun patlak verene kadar sadece düşüncelerin beynimi yemesine izin verirdim. Ya da sorun ben müdahale etmeden patlak verdiğinde sadece geriye kalan enkazın kendi kendimi yenilenmesini beklerdim. Özetlemek gerekirse kısa olmasını umut ettiğim hayatımın ilk çeyreğinde sadece bir şeylerin olmasını bekler ve olmasını istemediğim şeylerin yok olmasını izlerdim. Pasif biriydim. Her zaman her şeyin farkında olur ama hiçbir şey yapmazdım. Sanki bunu yapmak için bir nedenim yokmuş gibi. Sanki bir şeyleri değiştirsem de, sorunu ortadan kaldırsam da bir şey değişmeyecekmiş gibi. Tıpkı şu an olduğum gibi.
Alışkanlıklarımı asla değişmezdim. Her alanda olduğu gibi, bu konuda da ne gücüm ne de cesaretim vardı. Dediğim gibi ben pasif biriydim ve yönetmektense yönetilmeyi tercih ederdim.
Tek camı sonuna kadar açık olan odamın içerisinde oturmuş, kıyafet yığınıma bakıyordum. Odanın içerisi tüm ömrümü burada geçirmemi isteyeceğim gibiydi. Yazın ortasındaydık ve gecenin serin havası nemli odamı soğutuyordu. Serin olan odama rüzgarın, cırcır böceklerinin ve yaprakları hışırdayan ağaçların sesi doluyordu. Odamdan içeriye giren rüzgarın kokusu saçlarıma siniyor ve kutsanmış hissetmeme neden oluyordu.
Dolabımın hemen karşında yere oturmuş, her biri özenle asılmış ve katlanmış olan kıyafetlerimi inceliyordum. Basit alışkanlıklarımdan biri de ertesi gün giyeceğim kıyafeti geceden seçmekti. Tüm işlerimi bitirdikten sonra, yorgunluktan baygınlık geçiriyor bile olsam kıyafetlerimi seçerdim. Aksi halde rahat bir uyku çekmem mümkün değildi.
Sıcak olan hava yüzünden pantolonlar çoktan elemiştim. Rahat hareket etmek adına elbiseleri de bir kenara attım. En iyi seçenek olarak şort ve tişört çiftini seçip spor ayakkabılarımı kenara ayırdım. Her şey hazırdı. Oturduğum yerden kalkıp kenara attığım birkaç parça kıyafeti katlayıp yerine koydum.
Gerek olmadığını bilmeme rağmen alarm kurup, camımı kapadım. Yatağıma yattığımda gerçekten yorulduğumu hissetmiştim.

~~~~~~~~~~~~~~
Kurduğum alarmdan bir saat önce uyandığımda artık bu duruma şaşırmayı ve üzülmeyi bıraktığımı fark ettim. Değiştirmeye çalışmadığım bu durum bana sorun açacaktı, biliyordum. En yakın zamanda bu konuyu Seulgi ile konuşmalıydım. Gerekirse destek bile alabilirdim. Az uyku zaten çökmüş olan sinir sistemimi ve psikolojimi daha kötü etkiliyordu.

Derin bir nefes verip saçlarımı karıştırdım. Unnie ile buluşmama uzun bir zaman olduğundan rahat bir şekilde hazırlanabilirdim. Bunaltıcı havayla başa çıkmak adına duş almaya karar verdim. Su beni rahatlatıyordu.

Ne kadar yavaş hazırlanmaya çalışsam da her şeyi tamamladığımda hala zamanım kalmıştı. Ben de en iyi seçenek olarak yürümeye karar verdim. Buluşacağımız yere yürüyerek gidebilecek bir mesafedeydim.
Kulağıma dolan huzurlu ses eşliğinde yavaş adımlara merkeze doğru yürüdüm.
20 dakika sonra buluşacağımız yere geldiğimde yalnız olduğumu fark ettim. Unnie daha gelmemişti. Beklemem gerektiğini düşünüp otobüs durağının bankına oturdum.
Gözlerim yoldan geçenlerde, aklıma başka yerdeydi. Ne düşündüğümü ben de bilmiyordum. Kafamda her zaman ki gibi bir sürü ses vardı.
Kafamın içinde bir okyanus vardı. Ben sürekli suyun altındayım. Karanlık olsa bile kirli olduğunun farkındayım. Benim zihnim hiçbir zaman berrak olmazdı çünkü. Suyun içinde olduğum için sesler net değil. Sadece uğultular. Hiç ışık yok.
Omzumda hissettiğim ani baskı yüzünden yerimden sıçramam ile sudan çıktığımı hissettim. Arkamdaydı.
Kapalı ve güneşsiz havanın aksine parlıyordu. Işığı tenime değip beni yakıyordu. O beni çok kötü etkiliyordu.
Her anlamda...
Basit bir merhaba ile birbirimizi selamladık. Düşünceli görünüyordu. Muhtemelen hediyeyi düşünüyordu.
Kendi kendine birkaç mırıldanmadan sonra "benim aklıma bir şey gelmiyor. Sence ne almalıyız?"
Birkaç saniye sessiz kaldım. Gözlerimle etrafı tarıyor, aklımdaki fikri söyleyip söylememek arasında gidip geliyordum. Fikri saçma bulabilir ya da üzerinde düşünmeye değer bile görmeyebilirdi. En sonunda ne olacağını umursamadan" aslında benim aklıma bir fikir geldi dün gece. Bunu hemen yapamayabiliriz ama Seulgi'nin etkileneceğini düşünüyorum."
Gözlerinde parlayan yıldızlar aklımı karıştırıyordu. Parlaklığı okyanusuma ışık oluyor, yüzen dertlerimi günyüzüne çıkarıyordu.
" Ne kadar süreceği önemli değil. Sevmesi için her şeyi yaparım. Mutlu olsun yeter"
Boğazımı temizleyip gözlerimi ona diktim.
"Bence ona kendi yaşam alanında yer açabilirsin. Bu onu sahiplendiğini belli etmeni sağlar."
Kafası karışmış bir şekilde yüzüme baktı.
"Onu benimsediğimi, sevdiğimi bilmiyor mu? Sonuçta her ne olursa olsun ben onun ablasıyım. Tabii ki onu seveceğim"
Yavaş adımlar atarken konuşmaya devam ettim "Üzgünüm aile bağları hakkında bir fikrim yok. Fakat arkadaşımı iyi tanıyorum. Her ne kadar sana yakın davranıp bir şey olmamış gibi davransa da çekiniyor. Unnie uzun süre ayrı kaldınız. O büyürken, düşünceleri değişirken burada değildin. Seni gerçekten seviyor. Bir kırgınlığı ya da kızgınlığı yok. Sadece çekiniyor. Sana nasıl yaklaşması gerektiğini ölçüyor."
Yüzünden belliydi. Üzülmüştü. Fakat kötü bir şeyler söylemediğimin farkındaydım. Sadece biraz açık bir dil kullanmıştım sanırım. Bundan da hemen pişman olmuştum. Birkaç kere nefes alıp kafasını salladı.
"Onu iyi tanıyorsun ha?" güldüm.
"Uzun süredir birlikteyiz. Bir de o kadar zor biri değil. Hemen anlaşılıyor."
"Ee fikrin neydi?" birkaç saniye bekledim. Saçlarımın uçlarını çekiştirip ona yandan baktım. "Ona kendi evinde bir oda yap."
Kaşlarını anlamak istermiş gibi çattı biraz "Oda mı?" "Hmm. Evet. Onunla beraber zaman geçirmekten keyif aldığını ve onunla aranda mesafe olmadığını göster. Bazen yaptığımız hareketler, söylediğimiz sözlerden daha etkili olur."
Rotası belirsiz yolda yürümeye devam ediyorduk. Fakat bu ikimizinde umrunda değildi. Unnie dalgın bakışlarını yavaş attığı adımlarına çevirmişti bense göz ucuyla onu izliyordum. Lacivert saçları at kuyruğu yapılmış bir şekilde salınıyordu. Uzamış kahkülleri gözüne giriyor, onu rahatsız ediyordu. Çekmek için hiçbir girişimde bulunmadım. Acımasızca görünebilir ama rahatsız olduğu için sürekli kırpıştırdığı gözleri ile çok sevimli görünüyordu.
Birkaç dakika boyunca sadece yürümüştük. Daha sonra unnie bunu fark etmiş gibi birden durdu ve kafası karışmış bir şekilde bana baktı "Nereye gidiyoruz biz?"
Ellerim arka ceplerimde, kafamı biraz yana yatırıp ona baktım birkaç saniye daha sonra omuz silktim. Bu benim dilimde 'patron sensin' demekti. Daha sonra unnie'nin bunu anlamayacağını hatırladım. "Bilmem patron senin" Sadece üst dişlerini gösteren bir gülümseme belirdi yüzünde. Kısılan gözleri daha çok parladı. Okyanusum daha çok aydınlandı. Ben daha çok nefessiz kaldım. Daha çok korktum.
"Pekala. Patron olmak hoşuma gitti ama bugünlük görevimi sana devrediyorum."
Dudaklarımı birbirine bastırdım ve kaşlarımı çattım. Bu 'anlamadım' demekti ve unnie bunu anlamıştı. Şükürler olsun ki. Kendimi açıklamak ya da en basitinden fazla konuşmak benim olayım değildi. Ben sessiz dinleyicilerdendim.
"hediye fikri senden çıktı. Ayrıca kabul etmeliyiz ki kardeşimi en iyi sen tanıyorsun. Bu yüzden geçici patron sensin." Bu cevaba karşılık sadece kahkaha attım. Ellerimden birini ileri uzatıp "Gidelim" dedim.

*****
Tüm gün boyunca koşturmuştuk. Yatak, dolap, masa ve daha bir sürü şey. Her birini titizlikle seçmiş ve almıştık. Benim için karar vermek o kadar da zor değildi. Seulgi'nin tarzını bildiğim için zorlanmamıştım ama unnie her şeyin mükemmel olmasını istiyordu ve bana sürekli 'emin misin' diye sorup durmuştu. İtiraf ediyorum sonlara doğru canımı sıkmaya başlamıştı ama sessiz kaldım. Kardeşi için uğraşıyordu ve benim de saygı göstermem gerekirdi.
Akşama doğru ancak bitirdiğimiz alışveriş maceramızdan sonra unnie beni yurda kadar arabasıyla bırakmıştı. Söylediğine göre otobüs köşelerinde sürünmeme gönlü razı gelmezmiş. Benim için sorun değildi gerçi. Onu biraz daha fazla görmenin yanı sıra kısa ve rahat bir yolculuk da yapmıştım. Yurda girmeden önce bana teşekkür etmişti. Bir de sarılmıştı. Sevdiğim şekilde sımsıkı.
O dakikadan beri sadece yatağıma yatmış tavanı izliyordum. Bir de vücudumda dolanan karıncaların keyfini çıkarıyordum. Fakat sonra bir şey fark ettim. Karıncalarım uzuyor, büyüyor ve değişiyorlardı. İlk önce soğuk bacakları gitmişti. Daha sonra kolları ve bacakları uzamış ve kalınlaşmıştı. En sonunda vücudumda dolanmak yerine iyice bana sarılmaya başlamıştı. Gittikçe sıkılaşıyor ve beni boğuyordu. Korkunç olan ise;
Sarmaşıklarımda açan çiçekler bana okyanusumda boğulmaktan daha çok zevk veriyordu...



Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Neria✨

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Neria✨

Small SmileHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin