Gökgözünde tebessüm.
Kilitli bir çekmecenin karanlığında, kelimelerini arayan şiirler vardı ve kalplerin tenha kıyılarında, sahibini arayan duygular yaşardı. Senelerce bir karanlıkta beklemenin ve senelerce bir beklentiyle yaşamış olmanın ağırlığı, âdil olduğu düşünülen bir terazinin iki eline konulduğunda yüz yüze bakıyordu.
Beklentiye olan köleliğin verebileceği eziyete uğramış bir çocukluğum vardı. Babamın gözünün içine bakardım. Beni gör, baba.
Neden görmüyorsun ki?
Oysa beni herkesten çok seven bir anneye sahiptim ama o zamanlar sevgi başlığı altında yazılı tek cümleyi tamamlamak için boşluğu dolduracak bir özneye daha ihtiyaç duyuyordum. Kalbim bir türlü ısınmıyor, sevgiyle ektiğim her çiçek güneşini görmesine rağmen sıcaklığını hissedemeyince kederden ölüyordu.
Günler, aylar ve yıllar başka bir farkındalığa uğradığım duraklar oldukça, yaşam ağacından topladığım yaşlar ile büyüdükçe ve beklentilerim küçüldükçe boşluk görünmez hale geldi. Görmedikçe, o boşluğu doldurma isteğim günden güne soldu. Kalbimi tamamen avuçlarımdan taşan annemin sevgisine açtım, o bana verilmiş kıymetli bir hediyeydi.
Bundan daha fazlasını beklemiyordum ama beklemediğim kapımı çaldı ve ben dalgınlıkla o kapıyı açtım.
Şimdi, kalbimin tenhalarından meydanına savrulan bir duygu ruhuma gözlerini dikerek onu görmemi diliyordu.
2014, 6 Şubat. 🕊
Bir an boğuluyordum. Sonraki an suyun üstündeydim. Nefes alabiliyordum ama kurtarıldığım yerde bırakılmıştım. Çaresizce sırtımı okyanusa verdiğimde tedirgindim. Dip, ulaşabileceğim bir noktada değildi. Dip, bana ulaşabilecek bir noktadaydı. Sırtım ürperirken titreyerek nefes almaya devam ettim. Savunmasızdım. Ben, sahiden kurtarılmış mıydım?
Dipten bir ses yankılandı. Hem bir veda, hem de bir merhaba.
"Kumru?"
Gözlerimi açmadan önce alnımı sıyıran avucu hayal meyal hissettim. Bulunduğum yerin havasını ilk saniyeler yadırgadım, bu paniklememe sebep oldu ama hatıralarım netleştikçe soluğum düzene girdi. Acıların uzattığı parmaklar usulca gölgelerine çekildi.
Gözlerimi açmayı denediğimde irademi yok saydılar, bundan dolayı ikinci denememe bir üçüncüsünü eklemedim. Madem istenilen buydu, ben de pencereleri kapalı bırakırdım. Belki de şu anda görmemek en iyisiydi.
Zihnimdeki sahnede dengesini kaybetmiş bütün nesneler yerine yerleştirildi. Kılıç'ın sırası gelmemişti. Bir zaman onun sessizliğine eşlik ettim. "Bu gerçekten gerekli miydi?" diye fısıldadım.
Susmaya ara vermesi birkaç saniyeyi aldı. "Gözünü açar açmaz aklına gelen bu mu?"
"Sürekli aklımı kemirdiği için," dedim ve gerisini onun tamamlaması adına havada bıraktım.
"Sen," dedi üstüne basa basa. "Konuşma hakkını kaybettin."
"Ayrıca bakmayacağını söylemiştin." Onu duymazdan gelmek kolay olmasa da aklımda ne varsa kusmak istiyordum. Sesim istediğim etkide çıkmayınca içten içe hayıflandım. "Sana inandım ben. Neden baktın ki? Ne geçti eline?"