14, Çölün yalnızlığı.

2K 184 36
                                    

Güneşin vardiyası bitmeye yakın, ağaç gölgelerinin üst üste yere serildiği bir ormanın sınırlarında geçen bir hikayeydi bu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Güneşin vardiyası bitmeye yakın, ağaç gölgelerinin üst üste yere serildiği bir ormanın sınırlarında geçen bir hikayeydi bu. Köyün genç çocukları ellerinde su dolu kovalarla dönüş yolunda yürürken, bir çocuğa rastladılar. Birbirinden onay almak için bakıştılar. İkisi de tanımıyorsa, güneşe sırtını dönmüş bu çocuk bir yabancı olmalıydı. Dizleri üstünde, parmak uçlarıyla kırılmış çalıları toplayan çocuğa ne yaptığını sorduklarında, cevap akıllarında çoktan hazır, sadece benliklerini ziyadeleştirmek adına beklediler.

Çocuk baktı, kirpik uçlarına kadar yıpranmış güzelliğinin ötesinde yorgun gözleri bir adamın yaşını taşıyordu. Sözcükler, sıralarının onlara gelmesi umuduyla kalbini zorladı. Anlatabilmek istedi, nasıl anlatması gerektiğini bilemedi. Değersiz olarak görülen bir bitkiye bile gösterdiği hürmetten bahsetse, deli diyeceklerdi. Deliliği kabul edebilirdi ama ya kelimelerinin hiçbir şekilde kıymeti bilinmezse?

İçlerinden biri gülerek, diğerine, "Dilsiz olmalı," dedi. Dizlerini toprağa dayamış bu çocuğun, diri gözlerine baktıkça hırslanıyordu. Yükselmek adına onun eğrilmiş omurgasını bir basamak olarak görüyordu. "Şunun haline baksana. Sefil." Gövdesini kabarttı. "Muhakkak onu tek parmağımla devirebilirim."

Diğeri geride durdu ama sözcükleri gergin yayından fırladı. İyi bir atış yaptığına inanıyordu. "Boş ver, bulaşma. Biraz yabanî görünüyor. Isırırsa kuduz kapabilirsin."

Başını eğerek kolunda biriken çalılara baktı, çenesi kilitlendi, gözlerini yumdu. Cümleler kalbini sıyırsa da iyiliği yaymaya çalıştığı küçücük ülkesini yerle bir etmek düşündükleri kadar kolay değildi. Naif rüzgârın yapraklara vurarak oluşturduğu mûsıkîyi dinledi. Her şeye tahammül gösteren bir yapısı olmamasına rağmen kendini nihayetinde dilinde bir düğümle buluyordu. Öfkelenmedi ya da kırılmadı. İçinde öfke aradı, yoktu. Kırgınlık aradı, yoktu. Aslında başkalarının ellerine yakmaları için kendinden hiçbir parçayı vermek istemedi. Belki onlara göre, her çalı yakılmaya layık bir odun parçasıydı ama kendisi onların ateşine bir besin kaynağı olmayacaktı.

Çok geçmeden güneş ufka veda rengini bıraktı. Çocuklar kararan havanın endişesiyle kendisinin dilsiz ve sağır olduğuna kanaat getirerek uzaklaşırken çalıları gövdesine bastırdı ve ayakları üzerine kalktı. Toprağa düşen bakışlarının arkasından hafifçe gülümsedi. Bugün kazanan oydu ancak galip hissetmiyordu.

Hikaye böyle başlamıyordu.

Hayır, hikaye böyle de bitmiyordu.

O gece çatısı sağlam içi yıkık bir evde bir çocuk yanıyordu, bir baba ısınıyordu. İki kova su evin girişinde duruyordu ama bu yangın, suyla sönmüyordu.

BAŞTANKARAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin