bölüm üç, "siliniş"

77 12 310
                                    

Son Seungwan, bu dünyadaki tek arkadaşına yemek yapmayı severdi aslında. Sabahları ondan önce uyanırdı her zaman, kendi işlerini hallettikten sonra büyük ihtimalle okula geç kalacak olan arkadaşına kahvaltı hazırlayarak bir şey de kaybetmeyecekti sonuçta. Tost yaparken eğlenirdi, kahveyi ısıtırken mutlu olurdu ve ona hazırladığı küçük masada özenle soyulmuş mevsimlik meyveler ile tuzsuz kuruyemişler olurdu. Bir bardak ve sürahi de dururdu masanın kenarında. Seungwan, genelde dengesiz beslenen arkadaşının en azından sabahları düzgün yemekler yemesine dikkat gösterirdi. Biliyordu ki ona kalsa ya çikolatalı toplara süt döküp yer ya da hiçbir şey yemeden atlardı bu öğünü. Çantasına da yeşil elma sıkıştırmayı da unutmazdı. Kendisi için bile bu kadar özen göstermezdi genç ressam. Fakat bugün, öncekilerden farklıydı.

Tostu yaparken eğlenmemişti, sonrasında yerken gülümseyecek ve ona övgüler yağdıracak olan Seulgi'yi düşünse de gülümsememişti. Kahve içerken yavaş yavaş kendine gelişine tanık olacaktı bir kez daha, onun şirin suratına bakıp da mutlu olmayacaktı. İçeriklerini sıkılarak yerleştirdi tost ekmeğinin arasına, kupa bardaklardan en çirkinini bulup koydu masaya, meyveleri kabuklarından ayırmadı ve kuru yemişleri tabaklara koymak yerine paketlerinde bıraktı masaya. Seulgi'yi görmeden çıkmaya karar vermişti evden ki söz konusu olan kız, svetşörtünün kedi kulaklarını sallayarak içeriye girmişti, "Seungwan-ah! Günaydın, tanrıların tanrısı!"

"Günaydın, Seulgi." Ona neden soğuk davrandığını bilmiyordu Seungwan, ne hatası olmuştu ki? Tüm hata kendinin değil miydi? Ona her şeyi anlatmış olsa zamanında, Seulgi gözlerini çevirir miydi Joohyun'a? Ya da bildiği isimle söylemek gerekirse, Irene'e. Gereksiz ve haksız yere ona kızdığının farkında ama elinde değildi. Kesinlikle elinde değildi, üzülüyor ve sinirleniyordu. Sadece Seulgi'ye değil, kendisine de kızıyordu. "Kahvaltını hazırladım, ben erkenden çıkacağım."

"Teşekkür ederim, afiyetle yiyeceğim!" Bağırırken kollarını havaya kaldırmıştı, ona doğru kocaman üç adım atıp kollarını sarmıştı. Seulgi'nin kedi kulakları boynunu gıdıklıyordu ressamın. Suratını astı bu duruma, normalde böyle bir şey olsa mutlu olacağı halde. "Ama sen sabahları benimle ilgilendiğin için işin olmaz, biliyorum. Beni kandıramazsın. Önümde otur ve resim çiz."

"Seulgi," dedi onu itmeye çalışırken. Diğeri ise dudaklarını büküp daha sıkıca sarılmıştı ona ve kafasını hayır anlamında sallarken Seungwan'ın boynu daha çok gıdıklanmıştı. "Gerçekten-"

"Hayır," dedi heceleri uzatarak ve sonunda kollarını açtı Kang Seulgi ama arkadaşına hiç zaman tanımadan elinden tutup masaya doğru çekmişti. "Hem çizmen gereken Irene var, çizmen gereken çizgi roman sayfaları var. Hayatımı madem siz çiziyorsunuz sayın ressam tanrısı, lütfen çiziniz."

"Gerçekten işim var, Seul."

"Benim de gerçekten hayatımın çizilmesine ihtiyacım var, yoksa nasıl yaşarım bugünümü? Biliyorum, her sabah erkenden uyanıp çiziyorsun beni. Beni çok sevdiğin için de hep güzel şeyler çiziyorsun, bu yüzden şu ana kadar öyle çok da zorlayıcı şeyler yaşamadım. Biliyorum hepsini, Seungwan-ssi. Şimdi, lütfen, masaya oturur musunuz?"

"Seulgi-"

"La la la la la la," diye söylemeye başlamıştı ressamın baş belası. Ona karşı çıkamayacağını fark etti ve sıkıla sıkıla oturuverdi sandalyeye, masanın yanında her zaman tuttuğu bir kâğıt ve kurşun kalem vardı. "Görüyorum ki çizmeye başlamışsınız, sayın ressam tanrı."

"Şu saçma sapan kelimeleri söylemesen olmayacak, değil mi?" Kalemini elinde çevirmeye başladı, çizmemek için bahaneler düşünüyordu. Fakat aklına hep yeni resimler geliyordu, bir tane bile bahane üretemiyordu. Belki de resimden önce yalan söylemeyi öğrenmeliydi.

bir ressamın kırık fırçasından geriye kalanlar  •「wenseulrene」Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin