Önünde iki seçenek vardı, fırçasını sıkıca tutuyordu genç ressam. Okudu ve okudu ve binlerce defa okudu aynı iki cümleyi. Birbirlerine o kadar benziyorlardı ki hangisini seçmesi gerektiğini anlayamıyordu. Gözlerini yumdu kadın ve fırçasını havaya kaldırdı, iki seçenek.
Birinci. Son Seungwan, hayallerini gerçekleştirmek isteyen bir ressamdı ve kırılmış fırçasına bakarken ağlamamak için kendisini zor tutuyordu.
Ve,
İkinci. Son Seungwan, hayaller gerçekleştirebilen ama hayallerini gerçekleştiremeyen bir ressamdı ve kırık fırçasından geriye kalanlara bakarken gözyaşları bir şelale gibi akıyordu.
Genç ressamın fırçası her şekilde kırılıyordu.
O gece uyurken Son Seungwan, kollarında siyah kaplı bir defter vardı. Gece boyunca okuduğu, okuyarak uyuduğu kara kaplı bir hikâye.
Bugün Bae Irene gözlerini bambaşka açmıştı rüyasından. Elinden kahve bardağını hiç bırakmayan mavi saçlı bir kızı görmüştü, yüzünü hiç ona dönmeyen gencecik ve hayallerle dolu bir ressamdı bu kız. Eli, geriye doğru uzanıyordu ve Bae Irene onun elini tutmak için koşuyordu. Eli, kıpkırmızıydı ressamın. Şimdi düşünüyordu Bae Irene, yatağında oturmuş ve yastığına sarılmıştı, acaba neden kırmızıydı ressam kızın eli? Yoksa en son dokunduğu boyanın rengi miydi bu tutku dolu kırmızı? Belki de acı dolu bir kan lekesiydi o kırmızılar, belki sevdiği birinin kanları dökülmüştü bıçak yarasından akıp da ellerine. Belki de hiçlik dolu bir kırmızıydı bu koyu renk, bileklerinden akıp üzülerek avucuna ulaşmıştı. Öylesine etkilenmişti ki rüyasından Bae Irene, günlerini ve gecelerini o kızı düşünmekle harcamaya başladı bugünden sonra.
Son Seungwan'ın odasında sevdiği şarkıcıların posterleri, hoşuna giden resimler, kendi çizdiği bazı anılar asılıydı. Altlarında ise bir ipe renkli mandallarla bağlanmış küçük polaroid fotoğraflar, bunlar Seungwan'ın en sevdikleriydi. Bazı şehirlere yaptığı seyahatlerden kalma fotoğraflarda genelde yanında en yakın arkadaşı da olurdu. Seungwan'ın bu özel fotoğraf seçkisinde kendisinden başka bir tek en yakın arkadaşı, Kang Seulgi vardı. Bir de çizdiği binlerce Irene, binlerce Bae Joohyun resmi asılıydı artık. Bazen diğerlerinin üzerini bile kapatırdı.
Bir gün Bae Irene, rüyasını takip etmeye kararlı bir şekilde çıktı sokaklara. Sıcacık bir kahve bardağıyla yürüyordu mavi saçlı bir kız, bir sapık gibi peşine takıldığında onun gözleri heyecanla hayaller kuruyordu. Acaba neden mavi rengine boyamıştı saçlarını? Herkesin aktığı bir popüler akıma mı kapılmıştı yoksa kendince bir nedeni mi vardı? Maviyi düşündü Bae Irene, birçok anlamının huzurla dolu olduğunu biliyordu. Ne de doğruydu, bu kız, kalbini dindirecek huzur dolu bir ateşti. Bir gün Bae Irene, onun yanına gidip okşayabilmek isterdi saçlarını. Gözlerine bakıp, uzaklaşıp başka dünyalara ve kaybolup galaksilerin içinde okşamak isterdi o mavi telleri. Rüyasından kopup düşen bu mavi saçlı kız, gerçekten de, ressam mıydı acaba? Yüzünü bile görmediği kızın hayaliyle doldu taştı, kalbindeki hisler ona devam etmesini söylüyordu.
Aralık soğuktu ve dışarıyı karlar kaplamış, bembeyaz bir denize dönüştürmüştü. Ne yazık ki artık sarılamazdı Kang Seulgi'ye. Onun ardından sevgilisini düşleyen biri olarak, dokunamazdı arkadaşına. Saat daha altıydı, güneş daha doğmamıştı ve Seulgi hâlâ uyuyor olmalıydı odasında. Sessizce, mutlu, huzurlu, rahat... Bir anlığına onun yanına sokulduğunu hayal etti Seungwan. Sonra bir yıldan fazladır birlikte uyumadıklarını hatırladı ve vazgeçti bundan. Oysa ne kadar çok özlemişti tüm oyuncak ayıcıklarından daha yumuşak olan arkadaşının kollarında uyumayı. Ne yazık ki, Son Seungwan artık bunların hiçbirine sahip değildi. Bir zamanlar, aralarını hiçbir şeyin bozamayacağına inanırlardı. Seulgi'nin hiçbir şeyin farkında olmadığını ve hâlâ aralarının bozulmadığını, eskisi gibi yakın olduklarını düşündüğünü biliyordu Seungwan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bir ressamın kırık fırçasından geriye kalanlar •「wenseulrene」
FanficSon Seungwan, hayallerini gerçekleştirmek isteyen bir ressamdı ve kırılmış fırçasına bakarken ağlamamak için kendisini zor tutuyordu. //wenseulrene fanfiction.