Düğün günü gelene kadar Yiğit ile Fatih arasında soğuk rüzgarlar esmiş, ama kimse bu konu hakkında konuşmamıştı. O gece Yiğit'in yüzündeki yaradan bir şeyler olduğunu anlamışlardı ama Yiğit bunu kolaylıkla örtbas etmişti. Fatih'e göre ucuz bir yalancı olan Yiğit, o gece ilk defa ne yaptığının farkına varmıştı ama bundan vazgeçemezdi. Söz vermişti bir kere. Bu söz uğruna katlanıyordu her şeye. Bu söz uğruna yalancı olmayı seçmişti. Bu söz uğruna kendisine her şeyini feda edebilecek bir insanın kalbini paramparça edecekti...
O gün bütün hazırlıkları sessizce izledi Fatih. Hiçbir şey diyemeden. Usulca izliyordu parçalanışın hazırlıklarını. Evet. Bu düğünün gerçekleşmesi, onun için büyük bir hayal kırıklığının davetiyesi olacaktı. Son kez konuşmak istedi Hüma ile.
Gelin odasına gittiğinde aynaya bakarak kendi kendine gülen Hüma ile karşılaştı. Hüma onu fark edene kadar olduğu yerde durdu.
"Fatih, gelsene! Nasıl olmuşum?"diyerek kendi etrafında döndü Hüma. Kırık bir tebessümle izledi onu Fatih.
"Çok güzel olmuşsun. Kuğu gibi."
"Bak, bu kolyeyi Hayat verdi bana. Onun için taktım. Beğenir mi sence?" Fatih bu çocuksu heyecana dayanamıyordu artık.
"Eminsin yani, o kişinin Yiğit olduğuna."
"Yapma ama Fatih! İçindeki şüphe hala gitmedi mi? Aranız iyi değil, biliyorum. Ama bak, ben mutluyum. Sen de mutlu olamaz mısın? Lütfen..."
"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun Hüma?"
"Hissediyorumdur belki Fatih. Neden anlamıyorsun beni? Ne oldu sana böyle anlamıyorum. Kıskanıyor musun yoksa onu?"
"Asıl sen beni anlamıyorsun Hüma! Sen onu sevmiyorsun, o kişi Yiğit olamaz. Anla bunu artık! Sadece kendini kandırıyorsun. Hiçbir şey bilmiyorsun!"
"Bilmediğim şey ne? Söyle Fatih. Ben anlıyorum. Sen Yiğit'i istemiyorsun. Bunun için de türlü türlü şeyler söylüyorsun. Ama ben sana inanmayacağım Fatih. Sana inanmayacağım!"
"Çok teşekkür ederim Hüma, gerçekten. Yiğit'in bana sorduğu sorunun cevabını sen şu an verdin. Ben, senin hiçbir şeyinim! Şimdi git ve evlen onunla! İnşaAllah ben yalan söylüyorumdur Hüma. Size mutluluklar!" deyip kapıyı çektiği gibi hızla uzaklaştı salondan Fatih. Arkasından bağıranları duymadan, her sesi yok sayarak terk etti orayı. Yediremediği kuruntular yaptırıyordu bunu ona. Kuruntular her zaman boş değildir hayatta. Fatih görmüştü gerçeği ama kim dinler ki onu? Canım dediği kardeşi, yanlış insan uğruna yok sayıyordu onu. Ve birazdan, her şey başlarken bitecekti...
Hüma olduğu yerde kalmış, Fatih'in sözlerini düşünüyordu. Ta ki, Hayat içeri girene kadar.
"Seni bekliyoruz Hüma."
"Geliyorum."dedi sessizce. Şu an hiçbir şeyi düşünemezdi. Hem, ne düşünecekti ki? Birazdan birlikte imza atacakları kişinin yalancı olduğunu mu?..
Yiğit soğukkanlı, Hüma heyecanlı... İmzalar atılmıştı alkışlar eşliğinde. İki aile de çok mutluydu. Yiğit'in annesi Melda Hanım ile Hüma'nın annesi sarıldılar. Hayat'ın yüzünde gelgitler yaşanıyordu. Sevinç ile hüzün birbirine karışmıştı. Tek başına, bir yanda mutlulukla gülümseyen aileyi, bir yanda ise ne yaptığına hala inanamayan Yiğit'i izliyordu. Yavaş adımlarla Yiğit'in yanına gidip omzuna dokundu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YALANCI BAHAR
Spiritual"Ölürsen, ölürüm..." "İnsan ne zaman ölür, biliyor musun? Kalbi nefes almaktan vazgeçtiği zaman. İnsan bir kere ölür Yiğit. Sen beni öldüreli çok oldu..." . . . "Lütfen Yiğit. Sana yalvarıyorum. Bırak onu ve git. O seni çok seviyor. Yapma bunu ona...