"Buna nasıl cüret edersin? Zamanın başlangıcından bu yana her canlı karşımda tek başına durdu. Ölümün yalnızlığını bozmaya nasıl cüret edersin?"
"Demir, uyan!"
Demir gözlerini açtığında alışık olduğu pürüzlü mavi tavan yerine bembeyaz bir tavanla karşılaştı. Gözleri hala camdan içeri giren keskin ışığa alışmaya çalışırken nerede olduğunu kavramaya çabaladı. Burnuna gelen keskin kokuyu hemen tanıyan Demir, üzerinde yattığı hastane yatağında doğruldu. Bu olayı defalarca yaşamanın yarattığı alışkanlıktan dolayı her zamanki krizlerinden birini yaşadığını anladı. Demir epilepsi hastasıydı. Bu teşhis kendisine 15 yaşında, liseye başlamasından üç ay sonra bir matematik dersinde yaşadığı ilk kriz sonrasında konmuş, o zamandan beri ara ara yaşadığı krizler hayatını kendi deyimiyle tam bir "cehenneme" çevirmişti. Kısa sürede edindiği yakın arkadaşları hastalığından korkup kendisinden uzaklaşmıştı ya da kendisi hastalığından korkup insanlarla arasına mesafe koymuştu. İkinci seçeneği hiçbir zaman aklına getirmedi Demir.
Doğrulduğu yerden odaya hızlıca göz attığında odada kendisinden başka hastanın bulunmadığını gören Demir'in gözü, yanındaki yatağın üzerine bırakılmış, babasına ait olan siyah cekete takıldı. Tozlanmış ve biraz da rengi atmış olan bu siyah ceket ona az önce gördüğü rüyayı anımsattı. Yanı başında duran uzun siyah pardösülü adamın kendisine bakışını ve tam karşısındaki bulanık görüntünün tehditkar cümlelerini yeniden hatırladı. Ölüm sık sık düşündüğü ve huzur verici bulduğu bir kavramdı. Epilepsi ölümcül bir hastalık değildi ve çoğunlukla tedavi edilebilirdi ama en son kontrole geldiklerinde doktor, annesine hastalığın kaynağının bulunmasının tedavide kilit rol oynadığını, onun durumunda ise henüz kaynağı tespit edemedikleri için bir ilerleme kaydetmelerinin bu aşamada zor olduğunu söylemişti. Bunun üzerine Demir bütün gece ancak ölümün kendisini kurtarabileceğine dair melankolik düşüncelere dalmıştı. Melankoli ve drama belki de kendisini tanımlayabilecek en doğru iki kelimeydi.
Bu sırada koridordan gelen seslerle düşüncelerinden uyanan Demir, annesi, babası ve doktorunun odaya girmesiyle yatakta iyice doğruldu.
"Annecim!" diye endişeli bir sesle seslendi annesi. "İyi misin?"
"Demir'cim nasıl hissediyorsun" diye sordu doktor.
"İyiyim galiba" dedi delikanlı, her ne kadar sesi kendinden emin çıksa da.
"Söylediğim gibi Asiye Hanım, bir gözünüz ile bir kulağınızın sürekli Demir'de olması lazım. Kırılıp oğlunuza zarar verebilecek hiçbir eşyayı odasında bulundurmayın. İyi ki ayna üzerine düşüp zarar vermemiş."
"Merak etmeyin Doktor Bey, eve gidince odayı hemen düzenleriz. Bir süredir kriz yaşamayınca umutlandık biz de" diye araya girdi Demir'in babası.
"Fatih Bey bu hastalığın tek göstergesi krizler değil ki ama. Dalgınlık, ani el-kol hareketleri... Kendinizi sadece krizlere odaklamayın. 1 ay, 1 yıl hiç kriz geçirmeye de bilir. Siz tedbiri elden bırakmayın. Krizler 4 dakikayı geçerse de hemen hastaneye getirin, beklemeyin." diyerek çıkıştı doktor. "Hastalık değil cahillik öldürür" diye geçirdi içinden.
"Peki Doktor Bey" demekten başka bir cevabı yoktu endişeli babanın.
Bu arada tüm bu konuşmalardan uzaklaşan Demir, tekrardan rüyasını ve bulanık görüntünün hiddetli sesini düşünmeye başladı. Yanındaki pardösülü adamın kötü niyetli olduğunu hissetmişti ve rüyasının ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu; ölümün döngüsü bozulmuştu. Ölüm kendisini almaya gelmişti ama yanındaki pardösülü adam o huzurlu anı bozmuş, bunun üzerine Ölüm onu almaktan vazgeçmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İki Dünya Arasında: Şaman
FantasyDemir epilepsi hastası bir gençtir. Liseye başladığı sıralarda hastalığı kendisini göstermiş, o andan itibaren bütün seçimleri onun adına hastalığı yapmıştır. Arkadaş çevresinden, sosyal hayatın tamamından soyutlanan Demir, kendi gerçekliğinden çeki...