Erlik Han son sözüyle birlikte dikkatini tekrardan elindeki plakaya verdi. Solgun güneş ise eski yerini aldı ve Aşağı Alem'in yeni sakinine "Hoş geldin" dercesine parlayarak diyarın her bir hastalıklı detayını Demir'in gözleri önüne serdi. Etraftaki her şey delikanlının aklının alabileceğinin çok ötesindeydi. Arkasını dönerek kalenin girişine doğru baktı. Kaçmalıydı buradan. Nasıl ya da nereye kaçacağı hiç önemli değildi. Sadece gitmeliydi. Birkaç adım atarak dönüp Erlik Han'a baktı fakat Aşağı Alem'in hükümdarı onunla ilgilenmeyi bırakmış, dikkatle elindeki örsü plakaya yavaş ve dikkatli bir şekilde sürtüyordu. Bu durum kendisine cesaret vermiş olacak ki Demir hareketlerini hızlandırarak önce dikkatli bir şekilde, daha sonra da var gücüyle koşmaya başladı. Birer birer et yığınlarını geçerek salonu yarılamıştı ki arkasından gelen ve duyduğu anda kulaklarının acımasına sebep olan o kahkaha sesiyle durdu. Arkasını döndüğünde Erlik Han'ın çamurdan tahtına yaslanmış, kahkahalarla kendisini izlediğini gördü.
"Şimdiden sıkıldın mı buradan?" diyerek güldü Erlik.
Demir koşmaya devam etti. Bata çıka çamurun içinde hızla ilerleyerek kendisini bir an önce bu kabustan dışarı atmak istiyordu.
"Çamur köprüyü bir kere geçen bir daha geri dönemez."
Gencin umurunda değildi artık. Bu lanet yerden çıkmak için saatlerce çamur ve pisliğin içinde koşmaya razıydı. Erlik Han'ın kahkahalarının eşliğinde kalenin kapısının önüne kadar geldi. Kapı kendiliğinden açılarak adeta ona kaçması için meydan okuyordu. Tereddüt bile etmeden kendisini kapıdan dışarıya attı. Solgun güneşin yaydığı ışıkla köprü artık net bir şekilde görülüyordu. Kaleye girerken uçurum olarak tahmin ettiği boşluğun, çamur köprünün altından geçen bir nehir olduğunu fark etti. Etraftaki çamur ve pisliğe rağmen su oldukça berrak ve durgundu. Köprünün diğer tarafındaki arazi ise solgun ışığın altında parlayan ve kaleyle aynı malzemedenmiş gibi görünen ağaçlarla kaplıydı fakat köprü uzundu ve ağaçlar onun çok uzağında kalıyordu. Köprünün önünde durdu. Arkasını dönerek salonun sonunda ayağa kalkmış ve büyük bir keyifle Demir'in kendisine sunduğu eğlenceyi izleyen Erlik Han'a baktı. Bu diyarın hakimi oydu. Diyarın içindeki her şey onun iradesiyle hareket ediyordu. Çamurun bile onu nasıl havaya kaldırıp Erlik Han'ın önüne attığını görmüştü. Şüphesiz tüm bunlar yeraltı tanrısı için bir oyundan fazlası değildi. Ancak başka bir yol yoktu. Kaçmayı denemeliydi. Gözlerini kapadı ve içinde kalan son umut kırıntısına sarılarak koşmaya devam etti. Köprüye adımını attığında bir enerji dalgasının içinden geçti ve bu enerji bütün diyara yayılarak metalden kaleyi köklerine kadar sarstı.
"Nasıl!"
Erlik Han'ın bu öfke dolu çığlığıyla arkasını döndü. Erlik Han elindeki örsü şiddetle plakaya vurdu. Plakadan çıkan kıvılcımlar birer birer salonun içerisinde dolaşarak et yığınlarını ateşe verdi. Tutuşan et yığınlarının içindeki kollar, bacaklar ve daha nice parçalar birleşerek birer figür oluşturuyordu. Bu figürler şimdi ayağa kalkmış, Demir'in dehşet dolu bakışları altında, kendisine doğru koşmaya başlamışlardı. İçinde bulunduğu şoktan kurtularak var gücüyle kaçmaya devam etti genç. Kendisini ağaçlık alana atarsa, bir ihtimal kurtulabileceğini ya da en azından saklanabileceği bir yer bulabileceğini umut ediyordu ancak figürler çok hızlı ilerliyordu. Kendisi köprüyü yeni geçmiş olmasına rağmen figürler kaleden çıkmışlardı bile. Delikanlı, çamurun içinde sürüne sürüne ilerlerken, figürler bozkırda koşturan atlar gibi neredeyse zemine bile değmeden ona hızla yaklaşıyordu.
Ağaçlık alana az bir mesafe kala çamura saplandı Demir. Bacaklarını kurtarmaya çalıştı ama başaramadı. Arkasını döndüğünde yanmış cesetler ordusunu andıran kalabalık güruhun içerisinde kendisine en yakın olan figürün ellerini, onu tutarcasına uzattığını gördü. Bu kabus onlarındı ve küçük bir çocuğa yenilmeyecek kadar güçlülerdi. Elleriyle, ayaklarını tutan çamuru kazmaya çalıştı ama figürler artık çok yakındaydı. Çamurdan kurtulsa bile ağaçlara zamanında ulaşamayacaktı. Korkuyla gözlerini kapattı ve pes etti. Çabalayacak gücü kalmamıştı artık. Biraz sonra kabusu onu yutacaktı ve her zaman kendisine yaşadığı acılardan bir kaçış sunan rüyaları onun sonu olacaktı. Bağırmadı ya da yardım çığlıkları atmadı. Sessizce, gözleri kapalı bir şekilde bekledi. Çamurun üzerinde koşturan cesetleri duyabiliyordu. Sesler çok yakınındaydı. Biraz daha yakınlaştı sesler. Biraz daha, biraz daha derken seslerin beklediğinin aksine giderek azaldığını fark etti. Birer birer sesler kesiliyordu. Uzaktan gelen koşturma seslerini duyabiliyordu ancak sanki ona yaklaşan figürler duruyor gibiydi. "Belki de beni yakaladıkları için durdular." diye düşündü Demir ve gözlerini korkarak da olsa açtı. Hemen önünde bir ceset çamurun üzerinde yatıyordu. Bir tanesi diğer tarafında, az ileride bir tanesi daha çamurun içine batmaktaydı. Kafasını figürlerin geldiği yöne çevirdiğinde onlarca cesedin, kendisiyle köprü arasında yatmakta olduğunu gördü. Cesetler hala kaleden çıkmaya devam ediyordu fakat köprünün hemen önünde bir gölge, cesetlerin köprüden çıkmasına izin vermiyordu. O kadar hızlı hareket ediyordu ki, solgun güneşin ışığında bile Demir bu gölgenin neye ait olduğunu seçemiyordu. Karanlık figür cesetleri sağa sola savuruyor, Aşağı Alem'in sakinleri kayalıklara çarpan bir dalga gibi eziliyordu. Tüm bunları öfkeyle izleyen Erlik Han büyük bir patlamayla tahtından ileri atıldı. Çıkardığı hırıltılı kükremeyle birlikte cesetler kaçışmaya başladı. Öfkeden çılgına dönmüş tanrı ise çamur zemini saça saça ağır adımlarla salonda yürüyordu. Attığı her adımda çamur zemin dağılıyor, metalin metale çarpması gibi tok bir ses tüm diyara yayılıyordu. Erlik Han'ın bu hareketiyle birlikte gölge durdu. Demir de böylece gölgenin ne olduğunu görebiliyordu. Dört uzun ve kuvvetli bacağı, bir boğanınkine benzer gövdesi, uzun kuyruğu ve kulakları dikilmiş, kalın ve sık tüyleri birer mızrağı andıran bir köpek, köprünün başında Erlik Han'a göz dağı verircesine duruyordu. Kara hükümdarın yaklaşmasıyla köpek dönerek gence doğru hızla koşmaya başladı. Figürlerden çok daha hızlıydı ve birkaç saniye içerisinde onun yanına gelmişti bile. Yanakları sarkıktı. Gözleri koyu, tüyleri ise açık kahverengiydi. Bir çoban köpeğini andırıyordu ancak yaklaştıkça bu köpeğin bir fil kadar büyük olduğunu gördü. Sesini bile çıkaramadan köpek Demir'i devasa ağzıyla yakalayarak ağaçların arasına daldı. Genci belinden sıkıca tutmuş, canını fazla acıtmadan taşıyordu. Erlik Han ise öfkeyle kükrüyor, bağırışlarıyla çıkardığı rüzgar, metal ağaçları parçalarcasına sarsıyordu. Köpek ise rüzgara ya da Demir'in çığlıklarına aldırış etmeden tüm süratiyle ağaçların arasında ilerliyor, yolunu kesen engelleri ve çamur köprünün altından geçmekte olan ana nehrin kollarını tek sıçrayışta aşarak yoluna devam ediyordu. Yolculuk bir süre daha, solgun güneşin ışıkları iyice soluklaşana kadar bu şekilde devam etti. Işığın azalmasıyla birlikte köpek de yavaşlayarak genci çamurun içine bıraktı. Ayağa kalkan Demir, devasa köpeğe öylece bakakaldı. İki gün içerisinde duyduğu ve gördüğü onlarca akıl almaz şeyin arasında en inanılmazı şu an karşısında durmakta olan yaratıktı. Bakışları, hareketleri, görünüşü tamamen bir köpek gibiydi ama boyutu, hızı ve cesetleri saniyeler içinde paramparça edişi... Tam da Demir'in kendisini karanlığa bıraktığı anda, hiçliğin ortasından çıkıp gelmişti bu kahraman yaratık. Yardım istemek için dahi ağzını açmamıştı ama o yine de gelmişti. Delikanlı, nu muhteşem yaratığa hayranlıkla baktı. Dokunmak için elini uzattı ama ağaçlıklardan gelen seslerle irkildi köpek ve geriye dönerek havlamaya başladı. Bütün ormanı ok hızıyla geçmelerine rağmen cesetler onlara yetişmişti ve düşmanı gafil avlamış sinsi bir ordu gibi ağaçlıklardan çıkarak onu ve köpeği kuşatmışlardı. Onlardan kaçış olmadığını anlamıştı Demir. Ne kadar hızlı olurlarsa olsunlar, ne kadar uzağa giderlerse gitsinler, cesetler onları takip edecekti. Burası onların diyarıydı. Köpeğin buraya ait olmadığı ise her halinden belliydi. Eninde sonunda cesetler onlara yetişecekti. Erlik Han da öyle. Aynı şeyi düşünüyormuşçasına Demir'e baktı köpek. Artık ceset dalgası bir sele dönüşmüş üzerlerine gelmekteydi ve bu sefer hiçbir engel onlara mani olamayacaktı. Köpek, kaçması gerektiğini ima edercesine önce genci kafasıyla hafifçe ittirdi, ardından hiddetle havlamaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İki Dünya Arasında: Şaman
FantasyDemir epilepsi hastası bir gençtir. Liseye başladığı sıralarda hastalığı kendisini göstermiş, o andan itibaren bütün seçimleri onun adına hastalığı yapmıştır. Arkadaş çevresinden, sosyal hayatın tamamından soyutlanan Demir, kendi gerçekliğinden çeki...