Genç kız nereye gittiğini bilmeden yavaş ve nazik adımlarla yağan yağmura ve yanından korna çalarak geçen arabalara aldırış etmeden ilerliyordu. Onun için bu çok ağır bir şeydi. Ailesine gelen tepkiler kulaklarında çınlıyordu.’ SENİN KIZIN AHLAKSIZ! ONU BURADA İSTEMİYORUZ.’ Bu sözler birkaç gün önce babasına komşusu tarafından söylenen sözlerdi. Bunların hepsini kafası öne eğik bir şekilde dinlemek zorunda kalmıştı babası. Onu da en çok üzen şey buydu aslında. Babasının o adama cevap veremeyişi… Kafasını öne eğişi...
Hızlanan yağmura hala aldırış etmiyordu. Çantasının kolunu daha sıkı tutarak nefes almaktan başka hiçbir şey yapmadan öylece yürüyordu. Gözlerini kapattı. Yağmuru bütün hücrelerinde hissetmeye ihtiyacı vardı. Gözlerini tekrar açtığında gözyaşları etrafı buğulu görmesine neden olmuştu yağmurun altında ne kadar yürüdüğünü bilemedi genç kız. Artık eve gitmesi gerekiyordu. Genç kız adımlarını hızlandırarak karşı kaldırıma geçmeye yeltendi. Tabi buna izin vermeyen bir grup serseri genç belirdi karşısında. Niyetlerinin kötü olduğu gözlerindeki alaydan ve nefretten belli oluyordu. İçlerinden biri genç kıza alayla yaklaşarak kolunu kavradı. Genç kız dehşetle kolunda ki elin sahibine baktı.
“Duyduğumuza göre milletin kucağında bayılıyormuşsun güzelim. Çok istersek bizimkine de bayılır mısın?” duydukları karşısında dehşete düşen Hilsu ürkek ve dehşetle tekrar kolunu tutan elin sahibine baktı. “Kimsiniz siz? Bırakın beni! Yoksa sonuçlarını katlanırsınız.” “Sonuçlarına katlanmak istiyorsak peki?” dedi pislik gibi çıkan sesiyle. Adam biraz daha yaklaşmıştı kıza. Hilsu artık adamın nefesini boynunda hissediyordu ve buda ürpermesine neden olmuştu. Artık savaşmanın vakti gelmişti ona göre. Çantasından yavaş ve sakin bir şekilde yanından hiç ayırmadığı biber gazını çıkardı ve adamın yüzüne sıkmaya başladı. Adamın yüzüne sıktıktan sonra da çantayla ağzını kapattı ve etrafında dönerek biber gazını sıkmaya başladı. Aldıkları gaz sonucu kızın kolunu bırakıp öksürerek yere düşen adam sızlanmaya başlamıştı. “Bunun bedelini ödeyeceksin ulan!” dedi. Korkutucu sesiyle. Adam toparlanmaya çalışıp kızın üstüne yürümeye kalkışmıştı. Ama buna izin vermeyen elin sahibi ona yumruklarını geçirmeyi de ihmal etmemişti. Hilsu şaşkınlıkla kendisine saldırılmasını engelleyen elin sahibine baktığına olduğu yerde dona kalmıştı. Aral adamın yüzüne ardı arkası kesilmeyen yumrukları atmaya devam ediyordu, bu şekilde devam ederse adamı öldürebilirdi. Resmen dayak manyağı olmuştu. Hilsu genç adamı durdurmak adına konuşmaya yeltendi. “YETER” dedi boğazı yırtılırmışçasına “Yeter! Kes şunu Aral Ateş.” Biraz durakladı ve olanları gözden geçirdi. Yüzü, elleri, bacakları korkudan ve endişeden titriyordu. Bir kez daha bu adamla aynı ortamda görünürse eğer bu işin altından çıkamayacağının farkındaydı genç kız. Aral ne olduğunu anlamamış gözlerle karşısındaki kıza öfkeyle bakıyordu. Derdi neydi bu kızın, hayatını kurtarmıştı oysa. Bu ani çıkışını gerektirecek bir durum yoktu ortada. Ona bu adi herifler saldırmıştı kendisi değil.” Hey kendine gel. Sana ben değil onlar saldırdı.” Hilsu artık tamamen sinirlenmişti. Bunu gözünden tane tane süzülen yaşlar söylüyordu. Sinirlenince gözleri ateş fışkırtacak, ağzından çıkan sözü kulakları duymayacaktı. Kendisini tanıyordu genç kız. Ve öylede olmuştu. Yerde yığılıp hareketsizce yatan adamları umursamayıp birkaç adımda varmıştı Aral Ateş’in yanına. Aradaki boy farkından dolayı göz teması kurmakta güçlük çekiyordu genç kız. Aral kızın napacağını anlamamış gözlerle yüzüne bakıyordu. Ve kız daha fazla kendini tutamayarak genç adamın yüzüne okkalı tokadını çoktan indirmişti.
HİLSI KOZCUZADE’DEN
Bu tokadın sebebi bana göre mantıklı başkalarına göre mantıksız olabilirdi ama şu an bunu hak ettiği kanaatindeydim. Bir şekilde her karşılaşmamızda hayatımda önemli sorunlar açmasından sıkılmış ve yorulmuştum daha şimdiden. Belki bundan sonra daha neler olacaktı, neler gelecekti başıma. Eğer o asansörden kurtulduğumuz zaman almasaydı beni kucağına bunların hiç biri gelmeyecekti başıma. Şimdide kalkmış hayatıma yumruklarıyla müdahale etmeye çalışıyordu. Derdi neydi bu kendini bilmezin. Ben içimden bunları düşünürken karşımdaki adamın gözlerinin içine bakıyordum korkutucu ve tehditkâr bir şekilde. Attığım tokat sonrasında elini yanağına götürerek sarsılan Aral Ateş bana öyle bir bakıyordu ki birazdan yere yatırıp beni yumruklayacak sanmıştım ama korkmuyordum. Sinirlendiği kızaran boynundan, belirginleşen damarlarından ve dişlerini sıkışından belli oluyordu. Konuşmak için dudaklarımı araladım. Ve ağzımdan öyle şeyler çıkmıştı ki bu onu daha çok sinirlendiriyordu. “ Sana bu hakkı kim verdi Aral Ateş? Sen kim oluyorsun da benim hayatıma karışma hakkını buluyorsun? Birde utanmadan benimi takip ettin? Senin gibi insanların var olduğunu bilmek sinirlerimi bozuyor.! Senin yüzünden ailem zor durumda kaldı. Senin yüzünden çalıştığım yerden kovuldum. Senin yüzünden çevremden gelen tepkiler, bu yerde yumruklarınla yere yığılan aşağılık herifler. Şimdi defol burdan.” Söylediklerim karşısında ellerini yumruk yapan adam bir adım daha atarak aramızdaki mesafeyi kapattı. Gözleri tam gözlerimin içindeydi. “Buna nasıl cüret ettin bilmiyorum ama sonuçlarına katlanacaksın.” Dedi ürkütücü sesiyle. Nefesini boynumda hissedebiliyordum. “Elinden geleni ardına koyma Aral Ateş.” Bu sefer sesim sakin ve tıslayarak çıkmıştı. Yanımdan rüzgâr gibi ayrılarak geçip gitmişti. Ben hala olayların şokundaydım. Avuçlarımı açıp havaya kaldırdığımda sağ avcumun attığım tokat dolayısıyla kızardığını görünce daha çok dehşete kapılmıştım. Ve titreyen ellerim beni daha çok ürkütüyorlardı. Arkamı döndüğümde yerde yatan adamlar hala hareketsizdi. Gözlerimi yerden gideceğim yola doğru çevirmiştim ki yerdeki şeyi gördükten sonra düşüncelerim tekrar alt üst olmuştu. O bileklik benimdi. Ama bu o asansör olayından sonra kayıp olmuştu. Bilekliğimi hemen oradan alıp uzaklaşmaya ve evimin yolunu koşar adımlarla tutmaya başladım.
***
Elimdeki bileklik olanları bana daha çok hatırlatıyordu. Evime gelmiş ve odamda uzanıyordum. Yaklaşık bir saat önce olanları aklımdan atmak pek mümkün değildi. Canımı sıkıyordu insanların hayatıma müdahale etmesi. Ben özgürlüğüne düşkün bir insandım ve öylede olmaya devam edecektim. Hangi genç kız özgürlüğüne düşkün olmaz ki… Bana göre hayattaki en önemli ihtiyaçların başında gelir özgürlük. Elimdeki bilekliği yastığımın altına koydum ve telefonumdan en sevdiğim ninniyi açtım. Evet, ninni dinleyemeden uyuyamıyordum kötü şeyler yaşadığım zaman. Bu her zaman olmuyordu. Sadece kötü zamanlarımda…
Sabah olduğunda olanları unutmaya karar verip erken kalktım. Her zaman taktığım bilekliğimi yastığın altından aldım ve koluma taktım. Artık tamamen ailem için yaşayacaktım. Onlar için para kazanacaktım. Önceki işimi olan olaylardan sonra kaybetmiştim. Ve hemen iş arayıp bulmam gerekiyordu. Banyoya gidip duş aldım ve üzerime salaş beyaz t-shirt altıma da dar paça kotumu giydim. Masanın üzerine attığım çantamı ve telefonumu alarak odadan ayrıldım. Mutfağa indiğimde annemin yüzüne en tatlısından öpücüğümü kondurdum. Babam her zamanki gibi ilaçlarını almayı reddetmiş ve somurtarak oturuyordu. Tabikide ona ilaçlarını içirip öyle çıkacaktım ve kahvaltı yapıp. Önce sert bir şekilde oturan babama arkasından kollarımı sararak yanağına öpücük kondurdum. “Anlaşıldı sen gene yaşlandığını kanıtlayacaksın baba.” Dedim ve kollarımı kendi haline bırakarak karşısına oturdum. “Hilsu bak bunlara ihtiyacım yok benim kızım turp gibiyim ben bak.” Dedi ve kaslarının olduğunu göstermek için kolunu havaya kaldırdı. Bu haline gülerek “Öylemi?” dedim ‘i’leri uzatarak “ Zaten biliyorum ben senin ne kadar güçlü olduğunu kanıtlamana gerek yok. Ama bunları almak zorundasın.” Annem kahvaltı masasına birkaç şey bıraktıktan sonra yanıma oturdu. Kahvaltımızı yaptıktan sonra evdekilerle vedalaşıp çıkmıştım. Babama ilaçlarını zorla her zaman ki gibi içirmiştim. Nereye diye sorduğunda iş görüşmem olduğunu bir şekilde açıklamıştım. Önce itiraz etmeye kalksa da ikna etmeyi başarmıştım. Kendi ayaklarımın üzerinde durmaya ihtiyacım vardı ve çalışmaya. Eğer çalışırsam başka şeyler düşünmezdim. Babam emekli polisti. Emekli maaşı ev gelirlerine pek yetmiyordu. Annem eskiden çalışıyordu ama şimdi çalışmak istemiyordu. Biz üç kardeştik aslında. Ablam ben ve abim. Ablam tur rehberi olduğu için pek evde bulunmazdı. Abim ise şehir dışında okuyordu. Aslında okulu bitmişti ama o kendini geliştirmek için ordaydı hocalarının sekreterliğini yapıyordu.
İş görüşmemin olduğu binanın önündeydim. Burada eğer kabul edilirsem doğum iznine çıkan sekreterin yerini dolduracaktım. Artık asansöre o günden sonra binmemeye karar vermiştim ama mecburdum. Ve asansöre bindim. İşimin olduğu katta hemen inerek yürümeye başladım.
***
Yazardan;
Ben hayattan hiç bir zaman umudumu kaybetmedim. Kapılar suratıma kapandıkça ben o kapıyı açılana kadar çaldım. Açılmadıkça acıdım. Açılmadıkça bende kapandım. Bitti dediğim her anda ayaklarımın üzerine tekrar durdum. Kimse beni beğenmek zorunda değildi ya da kimse beni anlamak zorunda değil. Benim hayatım benim kararım... Allah hep yeni kapılar açtı bana şimdi o kapılarda mutluyum.
Siz hiç anlatırken ağlamaya başladınız mı? Öyleyse daha çok anlatın ağlayın neye kırgınsanız haykırın dünyaya. Bilsin neler çektiğinizi.
Olmam dediğiniz yerde oldunuz mu?
Öyleyse durmaya devam edin orda dünya cesaretinizi görsün. Ayakta duruşunuzu.
Gitmem dediğiniz yere gittiniz mi?
Gitmeye devam edin dünya güç neymiş görsün.
Kimsenin sizi üzmesine izin vermeyin. Kendinize olan saygıyı kaybetmeyin...
Herkesin en büyük yarası da aşk,
En iyi ilacı da aşk.
Karşınızdaki insan ya yâr olur size
Yada yâra...
Ya ilaç olur size ya da hazan...
Engel yoktur aşkta görememek, duyamamak,yürüyememek kalbin atmasına engel değil.
Okumuş,okumamış
Zengin,fakir
Yakışıklı, çirkin
Kalbin duyguların önüne geçmez ki bu engeller.
Kalp sever, beyin düşünür. Herkes işini yapar...
Çirkin insanda aşık olur yüzüyle değil kalbiyle sever.
Gözüyle değil gönlüyle sever insan.
Sevgilerimle...
Ölümü unutmayın...
Sarılın ve sevin...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YARALI PRENSES
Teen Fictionİnsanların birçoğu yaralıdır. Ne tam olarak mutlu olan ne de tam olarak umutsuz olan vardır dünyada. Sessizlikte bir umuttur aslında. Asıl mesele sessizliğin umut olduğunu anlamakta.