1 HAFTA SONRA
İşe kabul edilmiş ve başlamıştım. Çok iyi bir patrona sahiptim. Patronum bayandı. Bir hafta boyunca alışmam için çok yardımı dokunmuştu. Sadece yurt içi telefonlara bakmıştım zaten yabancı dilimde pekiyi değildi. Ve iki gün sonra şirketimizin tanıtımı için bir maskeli balo düzenlenmişti. Gideceğime emin değildim ama patronumdan gelen emirle gitmek zorunda kalmıştım. Ne giyeceğimi henüz bilmiyordum. Zaten balo için uygun elbisemde yoktu. Sanırım ablam halledecekti elbise işini. Evet, ablam gelmişti artık burada yaşayacaktı çünkü kendi işinin patronu olmuştu artık. Buda bize ayrı bir sürpriz olmuştu. Bize iş kurduğundan bilerek bahsetmemişti, buraya geleceğinden de. Hayatımı düzene koymuştum artık zaman unutturmuştu. Eskisi kadar çevreden tepki de gelmiyordu zaten babam sevilen bir insan olduğu için çabuk unutulmuştu bu olay. Bende şaşkınım ama evet unutulmuştu.
Ailecek kahvaltımızı yaptıktan sonra ablamın, babamın ve annemin yanaklarını öpücükle dikten sonra şirkete gitmek için kapıya doğru ilerledim. Babamın arkamdan seslenişi duymamla ona dönüp öpücüklerimi yolladım. Beni çok seviyordu. Belki şimdi onun sayesinde buralara kadar gelmiştim. Ondan güç ve cesaret alarak. Bana dikkatli olmamı söylemişti. Kapıdan çıktığımda güneş ışınlarını gözlerimde hissetmem kendimi mutlu etmeye yetmişti. Derin nefes alarak kendimi daha fazla mutlu ettim. Tam kendimi toparlamış ve şirkete doğru yürümeye başlamıştım ki arka sokaktan gelen bir şeylerin devrilme sesiyle olduğum yerde irkildim. Bizim ev sokağın tam köşesindeydi ve yanımızda bizim evden başka ev yoktu. Köşeye doğru adımlarımı ilerletmeye başlamıştım çoktan. Belki de mahallenin haylaz kedileri çöp kovalarını karıştırıyorlardı. Aklıma gelen bu düşünceyle arkamı dönüp evden uzaklaşmaya başladım. Bugün evden yarım saat erken çıkmıştım. Çünkü evimle şirketin arası yarım saatti. Yarın şirketin düzenlediği maskeli balo vardı ve ne giyeceğimi sevgili ablam çoktan hazırlamıştı bile. Beyaz prenses elbisesi giyecektim. Saçım ve makyajımı da ablam üstlenmişti.
Arkamdan gelen ayak sesleri vardı. Normalde aldırış etmezdim ama bu sefer ben durursam oda duruyordu. Sürekli arkama baka baka nihayet şirkete gelebilmiştim. İçeri girdiğimde hemen odama doğru ilerlemeye başladım.
Odamın kapısının önüne geldiğimde patronum Şule Hanım bana seslenmişti. “Hilsu “ kafamı ona doğru çevirerek yanıtladım. “efendim şule hanım” “yarınki baloya geliyorsun değil mi?” ona hayır demek mümkün değildi.” Evet, efendim geliyorum. Allah’ın izniyle.” Cümlemi bitirdikten sonra yüzüne bir gülümseme kondurmuştu, Şule Hanım. Bu benimde gülümsememe neden olmuştu. Koluma dokunarak “ Buna sevindim canım mutlaka bekliyorum. Akşam saat 7’de orda ol.” Dedi ve odasına doğru ilerledi. Odama girdiğimde oturduğum koltuğun arkaya doğru ters bir şekilde olduğunu bulmuştum. Şaşırmama sebep olmuştu. Çünkü en son bu şekilde değildi. Yavaş bir şekilde koltuğu çevirince çığlık atmamak için elimle ağzımı kapattım. Koltuğun üzerinde prenses kıyafeti giymiş bir bebek vardı ve ellerine kan rengi boya sürülmüştü. Dehşet içinde oyuncak bebeğe baktım. Üzerinde kırmızı boyalarla kan süsü verilmiş not vardı. Yavaş ve sakin bir şekilde notu oradan almaya çalışmıştım ama titreyen ellerim buna izin vermiyordu. Ellerimi pantolonuma silip tekrar denemiştim. Sonunda notu aldığımda açıp okumaya başlamıştım.
SANA BUNUN SONUCUNA KATLANICAKSIN DEMİŞTİM. BU DAHA BAŞLANGIÇ HİLSU KOZCUZADE. DAHA BENDEN KORKACAK ÇOK ZAMANIN OLACAK. ELİNDEN GELENİ ARDINA KOYMA DEMİŞTİN . BEKLE VE GÖR!!!!!
Okuduğum not karşısında sinirden ağladığımı yeni fark etmiştim. Sinirle bebeği oradan alıp çoktan fırlatmıştım. Notu ise buruşturup avucumda sıktım. Bu şekilde beni korkuttuğunu zannediyorsa yanılıyordu Bay Aral Ateş. Kesinlikle korkmuyordum onun egosundan. Bu şekilde davranarak egosunun ne kadar yüksek olduğunu kanıtlıyordu sadece. Tek korktuğum şey bu savaşımızdan ailemin etkileneceği. Gözümden sinirle ikinci bir yaşın dökülmesine izin verdim.
Düşüncelerimden ayrılmama neden olan şey telefonumun melodisiydi. Arayan kişi belli değildi gizli numaraydı arayan. Telefonu açıp yavaşça kulağıma götürdüm. Telefondan gelen ses dehşetten gözlerimi daha fazla açmama neden olmuştu ve yumruğumu sıkmama, arayan kişi Aral Ateşten başkası değildi. “ sanki biraz geç açtın telefonu?” pişkin ve alaycı sesiyle konuşmuştu. “ ne istiyorsun benden?” “Senden bir şey istemek ve ben? Aklını kaçırmış olmalısın Hilsu. Senden bir şey isteyecek kadar düşük bir adam değilim ben.” Dedi önce sakin ve alaycı sonra ciddileşen sesiyle. Sesimin sinirden titrememesini umarak konuşmaya başladım. “Benimle aptalca uğraşacak kadar düşüksün ama Bay Aral Ateş.” Dedim sinirle çıkan sesimle. “Hilsu, Hilsu, Hilsu. Bu kadar aptal olma seninle uğraşmıyorum. Haklısın ben o kadar düşük bir adam değilim. Ama bir şekilde bu tokatın hesabını vermek zorundasın öyle değil mi?” önce kahkaha attı ve ardından telefonu suratıma kapattı. Öylece kalakalmıştım. Söyledikleri resmen ürkmeme neden olmuştu. Ya bunun sonu ailemin zararına olursa ben ne yapardım o zaman. Annem ve babamın kafalarını tekrar öne eğemezdim. Ve ne olursa olsun bu adamla kendim baş etmeliydim.
Olayların ardından iki saat geçmişti ve ben hala onunla nasıl baş edeceğimi düşünüyordum. Egosu o kadar büyüktü ki altında hem kendisi hem ben ezilebilirdik. Aptalca bir şey yaparsa kendi adı lekelenecekti ve benim adımında lekelenmesine sebep olacaktı. Mesai saatimin bitmesine daha çok vardı ve biran önce bitmesini istiyordum. Kafamı meşgul etmeye ihtiyacım vardı. İki saat sonra işlerimi bitirip ister istemez tekrar düşünmeye başlamıştım. Bu şekilde beni strese sokacak olay olduğunda uykum olmasa bile uyurdum. Çünkü insan anca uykusunda her şeyi unutabilirdi. Yarı ölüydü sonuçta insan, nasıl üzülsün ki. Çocukken de böyleymişim ben annemi kızdırırsam veya arkadaşlarımla kavga edersem hemen uyurmuşum. Çocukluğumu hatırlamak bir nebze de olsa gülümsememe sebep olmuştu. ’Aral Ateş’ ismi aklıma gelince gülümsemem yüzümde solmuştu. Kendimi kötü hissetmeme neden oluyordu ismi.
Ertesi gün şirkette işlerimizi erken bitirdiğimiz için patron bize erken çıkmamız için izin vermişti. Ve şimdi de maskeli balo için hazırlanıyordum. Ablamın ısrarı üzerine beyaz sade belinde, sade taşları olan bir elbise giymiştim saçımı ise düzleştirip yana almıştık. Sonra, beyaz gözlerimi kapatan bir maske takmıştım. Makyajım sadelikten yanaydı. Gözlerim rimelli ve dudaklarım pembeyim si bir rujla süslenmişti. Aynadaki yansımam oldukça hoşuma gitmişti. Ama açıkçası böyle gitmekten çekiniyordum. Nedenine gelirse inanın bana bende bilmiyorum.Ablam beni makyaj masasından kaldırınca kendime gelmiştim. “ Bayan duygusal? Nerelere daldın gene yoksa beğenmedin mi yaptığım makyajı?” dudaklarını büzerek söylemişti son söylediğini. Bu benim oldukça hoşuma gidiyordu. Hemen yanaklarını elime alıp bir güzel sıktırmıştım. “ablaların en güzeli hiç olur mu öyle şey? Sen yapacaksın da güzel olmayacak hı?” dedim sorarcasına bunu söylerken bende dudaklarımı büzmüştüm. Suratında beliren kocaman gülümsemesiyle beni kucakladı. “bayan duygusal bana bak oralarda başını derde sokmak yok duydun mu beni?” “tamam, abla hem sen bana bayan duygusal demeyi ne zaman bırakacaksın?” sürekli bana böyle seslenirdi. Fazla duygusal olduğum için mutlu olduğumda dayanamaz ağlardım. Üzüldüğümde daha şiddetli ağlardım. Endişelendiğimde korktuğumda en çokta sinirlendiğimde ağlardım. Ablam da bana bu yüzden bu şekilde seslenir. “mmm. “ dedi elini düşünürmüşçesine çenesini kaşıyarak “sanırım asla” kocaman gülümsemesi yine belirmişti. Kısa sohbetimizin ardından ablam beni balonun olacağı mekâna bıraktı. Arabadan inerken evdeki sözlerini tekrarladı. “duydun mu bayan duygusal başa bela olmak yok” ben çoktan arabadan inmiştim bile camı açıp söylemek zorunda kalmıştı bunları. Hızlı adımlarımla arka arka ilerlerken ablama el salladım “tamam abla. Sende dikkatli ol” çoktan önüme dönüp ilerlemiştim bile. Biran önce eve gidip uyumak istiyordum uykuma düşkün biriydim açıkçası. İçeri girdiğimde gayet şık ışıklarla süslenmiş yeri görünce hayranlıkla baktım içeri girenlere özel kırmızı halı vardı. Ve herkes maskeliydi. Çanta getirmemiştim zaten arabayla gelmiştim ve telefonumu da elbisemin içinde bir yerlere koymuştum işte sakın sormayın söylemem. Daha önce bu elbiseyle buraya gelmekten çekindiğimi söylemiştim değil mi? Şu an tam olarak ultra çekiniyorum. Sanki herkes işini gücünü bırakmış ben yürürken beni izliyorlardı. Kırmızı halının bitiminde tam karşımda duran simsiyah takımlı ve gözlerini benim gibi kapatan siyah maskeli adam vardı. Ve gözlerinin beni süzdüğünü hissedebiliyordum. Biraz ilerledikten sonra adamı es geçip masalardan birine oturdum. Sakin ve hoş bir müzik çalıyordu. Gözlerim çevreyi süzerken önümde beliren siyah maskeli adama bakmıştım. Sanırım biraz önceki adamdı ve daha büyük bir maske takmıştı az önceki görüntüsünden farklı olarak. Elini biraz bana uzatarak sözlerini duymama izin verdi boğuk çıkan sesiyle “ dans edersek mutlu olurum.” Demişti kibar davranarak. Tuhaf teklif etmişti biraz saf gibi gözlerini incelerken birden irkildim. Tuhaf bakıyordu sanki ama çok sıcaktı bakışı. Yani öyle hissetmiştim. Sanki yabancı değildi tanıyormuşum gibi hissettiriyordu bakışları. Biraz önceki ses tonuda hiç uzak değildi sanki daha duymuşum gibi.Yazardan;
Elde ettiğimiz mutluluk bize haz verir. Peki ya elde edemediklerimiz bize hangi duyguyu aşılar? Yaşadığımıza üzüntü mü desek bunalım mı ? Depresyon mu çöküntü mü ? Bilemiyoruz. Bilsek ne hissettiğimizi belki iyilesmemiz daha kolay olur. Ne hissettiğini bilmemekten bahsediyorum. Hani olur ya oturur ağlarsın ...
- neden agliyosun?
- bilmiyorum icimde bi sıkıntı var...
Tam olarak bu diyalogtan bahsediyorum. En kötüsü bu. En acımasızı bu duygu.
Hayat kimse için üzülecek kadar uzun değil... 😊❤
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YARALI PRENSES
Teen Fictionİnsanların birçoğu yaralıdır. Ne tam olarak mutlu olan ne de tam olarak umutsuz olan vardır dünyada. Sessizlikte bir umuttur aslında. Asıl mesele sessizliğin umut olduğunu anlamakta.