Morte, devasa ahşap oymalı kapıdan korumalarıyla girdiği andan itibaren kapalı meydanda ki herkes ona hayranlıkla bakıyordu. ‘Yine’ diye düşündü. Yaklaşık seksen yaşında olmasına rağmen hemen hemen kırk yaş genç duruyordu. Kıvırcık siyah saçlarını, uzun silindir bir şapkayla kapatmıştı. Küçücük badem gözleri, buz mavisiydi. O kadar sert bakıyordu ki onunla konuşurken gözlerine bakmaya cesaret eden çok az insan vardı. Upuzun bir boynu ve aynı şeklide uzun bacakları vardı. Ve işte Olso’da geliyordu. Morte insanları yargılamayı sevmezdi hatta dış görünüşleri için asla. Ama Olso… Yaklaşık 1,80 boyunda ve yaklaşık 150 kiloluk bir… bir… henüz ne olduğuna kimse karar verememişti. Ama herkes şunu biliyordu Olso o kadar kilolu olmasına rağmen yemyeşil gözleri, minik kemiksiz burnu, altın sarısı bukleli saçları ve çelik gibi bakışlarıyla güzel ama tam bir disiplin manyağı olduğunu belli ediyordu. –Ah! Bay Morte. Hoş geldiniz. –Merhaba,Bayan Olso. Nasılsınız? Tokalaşmak için elini uzattı Morte, ama Olso’nın titizlik hastası olduğunu hatırlayıp elini hemen geri çekti. –Affedersiniz hanımefendi. Ben… ben, unutmuşum. –O,hayır hayır hiç önemli değil. –Bu arada iyiyim, siz nasılsınız? -Teşekkür ederim bende iyiyim. –Pekâlâ, o zaman işimize dönelim. Dedi Morte. Olso bu adamı çok uzun yıllardır tanımasına rağmen çözemmişti. Kimi zaman çok sıcakkanlı, hoş sohbet birisiyken birkaç saniyede; herkesle mesafeli, disiplinli – Morte’nin bu konuda kendisinden de beter olduğunu düşünüyordu- şüpheci bir adam oluveriyordu Morte yine teftiş için gelmişti. Devasa Benessere Sarayı’nda ki öğrencilerin eğitimini ve öğrencileri teker teker denetlemek için gelmişti.
Morte buradan eğitimi başarılı bir şekilde tamamlayanlar; casus, iyi birer savaşçı -gerçekten çok ama çok iyi- ya da başka saraylarda ‘asil’ olarak yaşama hakkına sahip oluyordu. Yaklaşık 450 yaşında olan okulun, gelmiş geçmiş en iyi öğrencisi olmuş. Buradan bir ‘asil’ olarak ayrıldığı gün daha önce hiçbir mezunun gitmeyi başaramadığı Suplero Sarayı’na gönderilmişti. O zamanlar daha yirmili yaşlarının başındaydı. Suplero Sarayı’nda onu herkes çok sevmiş ve sanki burada doğmuş gibi onu benimsemişlerdi… Üst katlardan gelen bir çığlık onu geçmişten uzaklaştırdı.
Herkes aniden başını çığlığın geldiği tarafa kaldırdı. Morte: ‘’Yukarıda neler oluyor?’’ -Hiçbir fikrim yok. Dedi Olso. Ardından Morte ile birbirlerine baktılar, önde korumalar ve askerler onların arkasında Olso ve Morte hızlı adımlarla yukarı doğru çıkmaya başladılar. Morte her ne kadar kırklı yaşların başında gibi dursa da seksen yaşında yaşlı bir adamdı bu yüzden çıkarken bir yandan altın varaklı tırabzanlardan tutunuyor bir yandan da üzerinde Suplero Sarayı’nın nişanı bulunan gri topuzlu siyah bastonundan destek alıyordu. Basamakların sonuna yaklaştıkça durup soluklanıyordu. Ve sonunda bitti… Merdivende ki son basamağı da atlattıktan sonra hemen omuzlarını dikleştirdi. O ciddi bakışları geri geldi, bastonunu destek almak için değil de aksesuarmış gibi tuttu. Olso sağ sola bakındı sesin ne taraftan geldiğini anlamaya çalışıyordu. Askerlerden biri: -Efendim Bu taraftan. Diyerek sağ koridoru işaret ediyordu. Olso, otoriter ve soğukkanlı bir kadındı bu yüzden panik ve endişesini askerlere ve Morteye beli etmemeye çalışıyordu -büyük ihtimalle de başarısız oluyordu-. Askerlerin peşinden sağ koridora yöneldiler. Nefes nefese kalmıştı. Beyaz altın oymalı kapılar yavaş yavaş arlanıyordu, meraklı gözler yeşil üniformalı askerlere, arklarından gelen Okul rektörü Olso ve büyük ihtimalle yine teftiş için gelen Morteye bakıyordu. Bu sırada bir çığlık daha duyuldu. Herkes başını çığlığın geldiği yöne çevirdi. Morte 'nin korumalarından birisi daha da hızlanarak koridorun sonunda ki ahşap oymalı altın varaklı beyaz kapının önüne geldi. Derin bir nefes aldı ve başını kaldırıp kafasıyla askerlere tamam işareti yaptı. İki asker Olso ve Morteye dönerek elleri ile durmalarını işaret etti ve arkalarını dönüp seri adımlar ile oymalı kapının önüne geldiler. Askerlerde brisi kapıya silahını doğrulturken diğeri de kafasını kaldırıp Morte’nin kapıda ki korumasına onay verdi ve içeri girdiler. Olso ve Morte birbirlerine göz ucuyla baktılar. İkisinin de içinde bulundukları durumun yarattığı duyguları bastırmaya çalışması başarısızlıkla sonuçlanıyordu. Morte’nin içerdeki koruması odadan çıkarak Morte ve Olso’ya odaya girmeleri gerektiğini işaret etti. İkisi de aynı anda birbirlerine baktı ve hızlı adımlarla odaya yöneldi. Kapının önüne gelince Olso çığlık attı ve elleri ile ağzını sıkıca kaptı. Morte’nin ise dili tutulmuştu. Karşılarında ki manzara korkunçtu. Askerlerden birisi odada ki sinir krizi geçiren kızı sakinleştirmeye çalışırken diğeri silahını siper etmiş odada dolanıyordu. Olso kapıdan kafasını uzatıp birkaç görevli çağırdı. Görevliler anında odaya gelmişti. Olso kızı odadan çıkartıp revire götürmelerini söyledi. Odada bir kişi daha vardı. Bir ceset. Morte bir an olsun gözünü cesetten ayırmamıştı. Çünkü bu sima ona çok tanıdık geliyordu ve bu da onu korkutuyordu. Morte Yutkundu ve derin bir nefes aldı ardından yatakta ki cesede doğru usulca ilerlemeye başladı. Yatağın tam önüne geldiğinde; boğazı düğümlendi nefes alamıyordu, göğsüne acı bir ağrı saplanmıştı. Odayı kontrol eden asker Morte’nin yanına geldi. –Efendim, oda temiz ama bir de siz bakın ister… Morte elini aniden kaldırdı. –Tamam,çıkın dışarı. –Ama efendim buna izniniz yok. Morte hışımla askere döndü ve tekrar etti: -Sana çık dışarı dedim. Hemen! Morte bunu o kadar yüksek sesle söyledi ki koridorda ki kalabalığın bir kısmı korkarak odalarına geri döndü. Bu sırada odanın içine panikle giren Olso durumu anlamıştı. –Asker. Odayı boşaltın derhal! -Ama efendim odada bir ceset var bu durumda uygulanması gereken protokol… Olso askere yumuşak ama tehditkâr bir bakış atıktan sonra asker selam verip odan çıktı. Olso kapıyı kapattı ve Morte’ye doğru bir iki adım attı kollarını göğsünde birleştirdi. –Bay Morte, ben… ben çok üzgünüm böyle olacağını tahmin dahi edemedim. Biz bütün tedbirleri almıştık her şey -Siz! Siz öyle mi? Bayan Olso ben onları sadece size emanet ettim. Sadece size! Ve bunu elinize yüzünüze bulaştırdınız. –Efendim çok çok özür dilerim ne deseniz haklısınız. Fanny için gerekli bütün önlemleri aldım. Ama… ben üzgünüm. –Evet, -Bayan Olso görüyorum o kadar gerekli önlemleri almışsınız ki Fanny artık yok! Morte bunları derken öfke ve acıdan gözyaşlarına hâkim olamamıştı. Olso’yu kırdığının farkındaydı ama ona hayatında ki en değerli şeyleri emanet etmişti ama o becerememiş eline yüzüne bulaştırmıştı. Olso başını önüne eğdi ve geriye doğru bir iki adım attıktan sonra kapıdan çıktı ve gitti. Morte tekrar cesede döndü. Şapkasını çıkarıp yatağın başında ki komidinin üstüne koydu. Dizlerinin üzerine çömeldi elini cesedin saçları arasında gezdirdi alnını cesedin alnına dayadı ve ağlamaya başladı. –Fanny. Benim güzel Fanny’im. Senden çok ama çok özür dilerim. Lütfen beni affet, lütfen… Ağlaması sadece birkaç dakika sürdü. Başını hafifçe kaldırdı, gözyaşlarını sildi. Şapkasını eline aldı ve ayağa kalktı kapıya doğru usulca ilerledi. Kapının kolunu kavradı ve şapkasını başına düzgünce yerleştirdi. Ve son bir kez güzelFannysi’nin cesedine baktı son bir kez… Tam odadan çıkıyordu ki gözü ışığı yanan soyunma odasına ilişti. Elini kapı kolundan çekti, soyunma odasına ilerledi. Dar soyunma odasının önüne gelince içeriye bir göz gezdirdi. Oda ne? Gözlerini kısarak soyunma odasına girdi. Odanın sonunda çok güzel bir bitki vardı. Morte tam bitkiye dokunacaktı ki. Ne olduğunu anladı. Arkasını döndü odada ki irili ufaklı dolapları kurcalamaya başladı. Ama aradığı şey yoktu. Başını önüne eydi ve onu gördü. İlk yardım çantası. Bastonunu bir kenara dayadı. Eğilip çantayı aldı. İçini açtı. –İşte burada. Çantanın içinden ameliyat eldivenlerini ve ileri düzey gaz maskesini çıkarttı. Önce çantayı ardından da şapkasını bastonunun yanına bıraktı. Gaz maskesini ve eldivenleri sırasıyla taktı. Sonra beyaz makyaj masasının üstünde duran bitkiye yaklaştı. Zavallı Fanny büyük ihtimalle bu çekici bitkinin gazabına uğramıştı. Ebruli yaprakları, uzun ince ve aşağıya doğru kıvrımlı yemyeşil gövdeli bu zarif bitkinin güzel olduğu kadar öldürücü bir yanı da vardı. Kurbanın tek yapması gereken dokunmasıydı. Morte’nin bitkinin kesinlikle Acanitum Veriegatum olduğunu doğrulaması için incelemesi gerekiyordu. İncelemesi bittiğinde artık bunun o olduğuna emindi. Güzel Fanny’im diye iç geçirdi. Maskeyi yüzünden çıkardı şapkasını almak için uzanırken bastonun makyaj masasının yanına doğru devrildi. Morte maskeyi yere fırlattı ve bastona doğru yöneldi. Bastonunun yanında küçük sedefli bir kart vardı. Morte önce bastonunu ardından da kartı eline aldı. Kartın arkasında ki amblem onu şaşırtmıştı bu Suplero Sarayı ’nın amblemiydi. Yanılmadığını kontrol etmek için bir de bastonuna baktı. Birebir aynısıydı. Kaşları çatık bir vaziyette kartı çevirdi. Kartın arkasında yazanları okudukça daha hızlı nefes alıyordu.
Fırtınalar gelip geçer Ay doğar yeniden Nefretim geçer, hüznüm geçer Nerelerdesin kim bilir Yeniden güneş doğar ay batar yeniden…
∞Onesto ∞