12ㅣhastalıktan geberirken partilemek

3.2K 456 132
                                    

Elimde telefonum, son sınıf olmak tırnağımın kenarındaki ölü deri parçası kadar umurumda olmadığı zamanlardan birini yaşayarak Netflix'ten Black Mirror izlerken günlerden salıydı. Okula gitmemiştim çünkü bugün Kim Bora'nın resmi olarak doğum günüydü ve malikanelerine tüm Seoul'u çağıracakları için sabahın köründen beri hazırlıklar yapılıyordu.

Ben yapmıyordum tabii.

Bahara resmi olarak girmemizin şerefine hasta olmuştum. Geberiyordum, burun deliklerim dünyadaki en ihtişamlı şelalelermişçesine sümüklerimi akıtırken ağzımdan nefes almaya çalışıyordum; ağzımdan nefes aldıkça boğazım kuruyor ve çoktan kısık olan ses tellerim iyice berbat bir hâle geliyordu. Parmağımı oynatacak gücüm yoktu, sabah zorla bir duş alabilmiştim, onun dışında yararlarına dokunacak tek bir hareket yapmıyordum.

Zaten şu halimle hareket etsem yararlarından çok zararlarına dokunurdum.

"SeoNeul, görevlilere nane limon yaptırdım. Al da iç şunu aptal kız. Ah... O geziye gelmemeliydin."

Bora elinde dumanı tüten bir fincanla kendi yatak odasına girdiğinde içinde büzüştüğüm yataktan kendimi zorla kaldırıp diziyi durdurdum. Arkadaşıma zorla bir gülümseme atıp uzattığı fincanı aldım ve kısık sesimle güçlükle konuştum: "Sağol."

Geziden geleli yaklaşık bir buçuk hafta oluyordu. Son günün akşamı zaten üzerimdeki yorgunluk ve üşüme hissiyle başlayan ağır gribim 1 hafta boyunca olabildiğince zorlayıcı geçmişti. Hiçbir şekilde iyileşme belirtisi göstermiyordum; ilk günlerdeki ateşim biraz daha düşmüştü fakat halsizliğim giderek artıyordu, sanırım ölüm sebebim ağır soğuk algınlığı olacaktı.

"Birazdan insanlar gelir. Eve gitmek istemediğine emin misin? Ya da parti bitene kadar burada dinlenebilirsin." Bora yanıma oturup uzun saçlarımı benim için geriye ittirirken iki elimle sıcacık bardağa tutunup biraz daha ısınmak için çaba harcıyordum.

"Pasta kesilirken yanında olmalıyım. 18 yaşına gireceksin ve ben yanında olmayacağım öyle mi?" Kısık sesimle konuşup kafamı iki yana salladım. "Anca rüyanda görürsün güzelim."

Bora güldü ve ellerini çırptı. "O zaman sana düzgün bir pantolon ile kazak veriyim, onları giy. Elini yüzünü güzelce yıja ve ayakkabılarını giyip aşağı in. İstersen mutfaktaki koltuklarda oturursun, evin en sakin yeri orası." Arkadaşım ayağa kalkıp söylediği gibi dolabından dar bir kot pantolon ile bol, beyaz, kocaman bir kazağı yatağa bıraktı. Odadan çıkarken annem misali söylendi: "Bardağındaki de bitecek!"

Derin bir nefes aldım. Bora asla değişmeyecekti.

Ayağa kalkıp üzerime verdiği kıyafetleri geçirdim. Yatağa girmeden önce ayağımda olan beyaz NIKE spor ayakkabılarımı da giyerken akan burnumu içime çektim. Telefonu kot pantolonun arka cebine atarken odanın ihtişamlı köşesinde duran beyaz, altın renk işlemeli boy aynasının karşısına geçtiğimde oldukça sıradan duruyordum.

Sıradan durmak bu parti için fakirlik demekti.

Bardağı kafama diktim, Bora'nın odasındaki banyoya girip uzun, koyu renk saçlarımı taradım. Yüzümü güzelce yıkadım ve havluyla kuruladım. Makyajsızdım, dudak kremim bile yoktu ve insanlar mini, parlak elbiselerle gelirken böyle olmak umurumda bile değildi. Çünkü bedenimdeki halsizlik düşünmemi engelliyordu.

Odadan çıktığım anda müzik sesi kulaklarıma dolmaya başladı. Sadece aşağı kata değil, havuzlu arka bahçeye taşan partiye insanlar doluşmuş olmalıydı.

Beyaz, geniş ve dönen merdivenlerden aşağı inerken geniş holün sonundaki iki kanatlı kapının açık olduğunu, Bora'nın gülerek gelenlerle konuştuğunu gördüm. Üzerinde oldukça hoş, mavi bir elbise vardı, biraz kısa olsa da fiziği oldukça iyi olduğu için güzelce taşıyabiliyordu. Fark edilmeyecek gibi değildi.

YOUNGBLOODHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin