Junho sabah insanı değildi. Uykuyu severdi.
Uykuyu günün her saatinde severdi.
Özellikle sabahın yedisinde, üstelik hafta sonu Ilsan'a gitmek üzere çıktıkları yolda uykuyu sevmişti. Uyumak istiyordu.
Bunun yanında gözlerinde yorgunluk ibaresi bulunmayan Boyoung arabayı sürerken dinç görünüyordu. Junho yeniden esnedi ve bakışlarını etrafta gezdirdi.
"Sinirlerimi bozuyorsun." dedi Boyoung sakince. "Uyan artık." Junho yüzünü elleriyle kapatıp başını cama yasladı ve iç çekti. "Annem öğlen gelsek sorun etmezdi ki. Tanrı aşkına o kadar uzak bile değil!"
"Orada gece kalmak istemiyorum, Junho." Boyoung'un sesi bu kez pek sakin sayılmazdı. "Eğer erkenden gidersek gece dönmek için yola çıkabiliriz."
Junho belli belirsiz gülüp başını iki yana salladı. Orada kalacaklardı. Başka çaresi olmadığını biliyordu. Teyzesi ve annesi kesinlikle onları bırakmazdı.
"Annen, birlikte yaşadığımızı biliyor mu?"
Artık uyuyamayacağını bilen Junho uyanmak için biraz dikleşti ve yeniden gözlerini ovuşturdu. "Hayır, daha söylemedim. Hazır mıyım bilmiyorum."
"Pekala hikayeyi baştan alalım." Boyoung onun artık uyandığı konusunda karar verdiğinde oyunu gözden geçirmek gerektiğini düşünmüştü. "Seninle aynı okuldan mezunuz, Güzel Sanatlar Fakültesi." Junho eş zamanlı olarak başını sallayıp hımlayarak onu onaylıyordu. Bu duruma alışmış sayılırdı. "O zamanlar aramızda bir şeyler geçmişti ama yollarımız ayrıldıktan sonra görüşmedik. Serginde karşılaştık ve-"
"Bekle!" Junho elini uzatıp onu durdurdu. "Sergide karşılaştığım birine iki hafta içinde pat diye evlilik teklifi edemem."
Haklıydı. "O halde aynı okulda çalıştığımız için yeniden yakınlaştık." Junho bunu onayladı ve arkasına yaslanıp yolu izledi. Bazen, neden bu oyunun içine sürüklendiğini kendine soruyordu. Mwohae'nin bir fotoğrafının başına bunca dert açması normal şartlar altında aklının ucundan bile geçmeyecek bir ihtimaldi.
Aklına gelen düşünce onu panik içine sokarken cebinden telefonunu çıkardı ve kaşlarını çattı. Sabah uyku sersemi kapıyı açan Wooyoung'un, Mwohae'yi taşıma çantasının içinden çıkarmayı bile unutup uykuya dönmüş olması olasıydı.
Telefon uzunca çaldıktan sonra açıldığında derin bir nefes aldı. "Uyumadın değil mi? Mwohae nasıl?"
Wooyoung önce bir kez esneyip uzun anlamsız sesler çıkardı. "İkimizi de rahatsız ediyorsun, güzellikle koyun koyuna uyuyorduk."
Kedisini en yakın arkadaşından kıskanan Junho kaşlarını çattı. "Mwohae'ya... Baban seni özleyecek."
"Junho. Bırak da uyuyalım." Wooyoung onun yanıtlamasını beklemeden telefonu kapatmıştı. Junho dudaklarını büzdü. Kedisinden uzak, sinir olduğu bir kadınla geçecek bir hafta sonunun en iyi yanı annesini ve teyzesini görecek olmasıydı.
Boyoung bir lahana gibi katman katmandı. Junho onu hala çözmüş sayılmazdı. Çocuklara seramik öğretirken, araba kullanırken ve elinde bir silahla dolanırken farklı katmanlarını gösteriyordu. Peki hangisi Boyoung'du? Hayır. Bunların hepsi Boyoung'du. Peki hangisi Bayan Han'dı?
"İçime düşeceksin." Boyoung konuştuğunda Junho uzun süre onu izlediğini fark edip başını araba camına yasladı yeniden.
"Biliyor musun annem ve teyzem sabah dokuzdan önce uyanmaz." Junho omuz silkti. Oraya erkenden gitmenin bir anlamı olmadığını biliyordu. Yol en fazla bir saat sürerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
190204 • lee junho ✓
FanfictionJunho, farkında olmadan aslında çekmemesi gereken bir fotoğraf çekti.