◇ three ◇

546 35 3
                                    

"Başına bir şey gelmeyeceğine dair söz ver bana sevgilim..."

"Yeter ki size bir şey olmasın da..." ne kadar karşımdaki sevgi ve endişe dolu gözlerle bakan surattan bakışlarımı kaçırmaya çalışsam da beni asla bırakmayacağını biliyordum. Benim bildiğim her şeyi o da biliyordu ve anlıyordu. Kral Bennett'ın savaş sebebi açıkça ortaya çıkmıştı artık. Güçlü ülkelerle girdiği savaşlarda mağlup olmuş, ülkesi ve halkı sefil düşmüştü. Ama onun kendinden başka kimseyi umursadığı yoktu. Ailesi katledilmiş, yalnız kalmıştı ve şimdi de yüzsüzce gelip kızını istiyordu. Yıllarca umursamadığı kızını geri istiyordu.

"Merak etme, biz iyi olacağız..." güzel yüzünü belki de son kez ellerimin arasına alıp alnını öpmüştüm.

Kapı çalındı ve içeri Campbell girdi. "Ordumuz yola çıkmaya hazır efendim."

"Güzel. Hemen geliyorum."

Sadık Campbell güzel kraliçesine bağışlanmak istermişcesine son kez baktıktan sonra odadan çıkmıştı.

"Gitmem gerekiyor sevgilim, hoşçakal!"

"Hoşçakalın kralım..."

Odadan ağır adımlarla çıkmıştım, aşağı inerken küçük hanım asla gözüme görünmemişti. Onun bu tavırlarına verecek bir karşılığım yoktu. O hiçbir şeyin farkında değildi.

*

Askerlerle birlikte son hazırlıkları da yapıp savaş meydanına doğru yola çıkmıştık. Herkes bir mucize olmasını diliyor, eve galip bir şekilde dönmek istiyorduk. Neredeyse savaşın yapılacağı yere varmıştık ki arkamdaki atlılardan tiz bir çığlık sesi geldi. Hepimiz durup sesin geldiği yere bakmıştık. Diğerlerine göre daha az iri yarı ve gerçekten güzel bir yüze sahipti. Bir kadın olabilecek kadar güzeldi hem de. Gözlerindeki büyük korkuyla bana bakıyordu.

"Ne oldu asker?" Boğazını temizlermiş gibi yapıp ona ait olmadığı hemen anlaşılan sesiyle cevap vermişti.

"Böcek... böcek geldi de kralım..."

"Geçmiş olsun boğazların kötü sanırım. Sesin tuhaf geliyor!"

Hafifçe başını sallayıp bakışlarını aşağı indirmişti. Gerçekten, daha ilk andan dikkatimi çekmeyi başarmıştı bu adam. Umarım hakkında en iyisi olur...

Savaş meydanına varmıştık. Artık geri dönüş yoktu. Tam karşımızdaki dev orduyu buradan bile görebiliyorduk. Düşmanımızı görünce ben bile tedirgin olmuştum, askerler ne yapabilirdi? Savaşın sonucunu görmek için 'yakın dostumuz' zamana bile ihtiyacımız yok gibi geliyordu artık. Biz çoktan yenilmiştik. Elimizi açıp tanrıdan bir mucize dilemeye bile utanır bir duruma gelmiştik. Geçen dakikaların hepsi tüm o yüreklendirme konuşmalarını bir bir unutturuyordu sanki. İçimizdeki büyük korku gittikçe çoğalıyordu. Uzun zaman olmuştu savaş yapmayalı. Fakat doğanın kanunu; eğer etrafınız tamamen kızıla boyanmışsa, siz de kendi payınızı almak zorundasınızdır. Haksız olsalar bile.

Ve yaklaşık birkaç metre ötedeki hücum borusu çaldığında tüm askerler nefeslerini tutup düşmanı yok etmeye odaklanmıştı. Birbiri ardına binlerce insan saldırıyor, etrafta tüm bu azgın insanların -ve yalnızca ülkesini kurtarmaya çalışanların da- sesleri ve kılıçların çatışmaları duyuluyordu. Kırılan kemiklerin ve can çekişen insanların sesi kesilmiyordu. Burnumuza gelen toprak kokusunun yerini çoktan böylesine dökülmeyi hak etmeyen kan kokusu almıştı bile. Göz gözü görmezken o toz toprakta yalnızca tek bir kişinin gölgesi belirmişti gözlerime; o kadın yüzlü adam. Küçük bir yara almıştı fakat bunu bile zor kaldırıyor gibi bir hali vardı. Çabucak kaçıp güvenli bir yere saklanmaya gidiyordu tahminimce. Madem kaçacaksın, neden bu çaba be adam!

Hain...

Savaşın ilerlediği dakikalarda tek yaptığım boşluğa kılıç savurmak oldu. Bilmiyordum hedefe ulaşıyor mu, ama hiçbir şey hissetmediğim kesindi. Duygularım bedenimden sökülüp alınmış gibiydi. Ne acı hissedebiliyordum, ne de hüzün. Göz yaşlarım isyan edercesine akmak istiyor fakat akamıyordu. Kalbim parçalanmışçasına batıyordu göğsüme. Ani duygularla dolup taştığımın farkındaydım ancak bu sefer daha farklıydı. Tanımlamaya gücümün yetmeyeceği kadar farklı....



'|~♡•°.●\♧"•'.

King's Daughter  ● | ●  Tom Hiddleston  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin