2 yıl sonra
sıcak bir yaz günüydü. öğlen vakitleriydi ve Jeno üniversitedeki yurt odasında yalnızdı. bilgisayardaki tasarım ödevlerini erkenden kalkıp bitirmişti ve şimdi ise çok sıkılıyordu. yapacak hiçbir şey yoktu, hem de hiçbir şey. Johnny ödev teslimine hazırlanıyordu, Jisung Chenle ile hafta sonu gezintisine çıkmıştı. Renjun ise, bir yıl kadar önce ani bir kararla yurt dışında çıkmıştı.
bıkkınnıkla iç geçirip yattığı yere daha çok yayılacağı sırada kapısına dert yumruklar atılmaya başlamasıyla durdu. aniden gelen sesler irkilmediyle kalp ritmini bozarken eş zamanlı olarak kaşları çatılmıştı. hızlı adımlarla ilerleyip kilidi açtı ve karşısında gördüğü bedenle vücuduna bir şok dalgası yayılmasına engel olamadı.
Renjun, sert bakışlarla onu izliyordu. her zaman özenle şekil verdiği saçları birbirine girmiş, gözleri şişip kocaman olmuş ve kızarmıştı. ten renginin solukluğunu fark etmemek de imkansız gibi bir şeydi. genç çocuk korkmuş, ve fazlasıyla yıkılmış görünüyordu. elindeki büyük koliyi ise hızlıca içeri daldığında fark etmişti.
"ne oldu sana?" diye sordu sakin olmaya çalışarak ve henüz bir cevap alamadan kolundan sürüklenmeye başladı.
"Renjun, ne yapıyorsun?"
"sadece benden istenileni." diye mırıldandığın duydu çocuğun. ancak olayların bu kadar hızlı gelişmesi ve ne olduğu hakkında hiçbir fikri olmaması sinirini bozmuştu. bu yüzden tüm gücünü kullanarak kendini çekiştiren bedeni de kendisiyle beraber durdurdu.
"ne olduğunu söylemediğin sürece şuradan şuraya gitmem. bir yıl sonra geri geliyorsun ve selam bile vermeden sergilediğin tavırlara bak!"
Runjun yutkundu, titreyen ellerini yumruk haline getirdi ve dudaklarını oynattı. fısıltı halinde çıkan kelimeler Jeno'nun kulaklarına ulaşmamış olmalı ki genç çocuk "ne?" diye kısa bir soru yöneltti. ardından yerinde rahatsızca kıpırdandığını fark etti büyük olanın.
"mezarlık. mezarlığa gidiyoruz."
—
Jeno geldikleri mezarın taşında yazanları okurken, bir an öldüğünü hissetti. ciddi anlamda, her bir hücresi acı içinde kıvranırken 'ölüyor olmalıyım' diye düşündü. midesi kasılıyor, kusacakmış gibi hissediyordu. gözleri alev alevdi, kalbi sıkışıyordu ve ağzına tuzlu bir tat gelene kadar ağlamaya başladığının farkında bile değildi.
ağır hareketlerle, dizlerinin üzerine çöktü. olayları kavramakta zorlanıyordu, belki de kavramak istemiyordu. tek bildiği, bunun bir rüya olduğuna inandığı ve tam o anda uyanmak istiyor oluşuydu. sert ama kırgın bakışlarını yanındaki bedene çevirdi, 'şaka!' diye bağırmasını bekledi. o durumda muhtemelen yere yatırıp döverdi ama gördüklerinin şaka olmaması daha korkunç bir seçenekti.
titreyen dudaklarını birbirine bastırdı, boğazından kaçan hıçkırıklara engel olmak için avuçlarını ağzına bastırdı. yaşadığı şoktan olsa gerek, o durumda verilmesi gereken tepkiyi veremiyordu. bağırıp çağırması, gördüğü her bir şeyi yakıp yıkması, haykırarak ağlayıp inkarlarda bulunması gerekmez miydi?
yarım saat kadar boyunca orada oturdu. önündeki mezarı izledi. altında yatan bedeni düşündü. sahiden, artık orada mı yatıyordu? son söylediği gibi bir daha onu asla göremeyecek ya da sarılamayacak mıydı?