𝓼𝓽𝓻𝓪𝓷𝓰𝓮𝓻

2.1K 125 39
                                    

kim taehyung, güneş tanrısıdır ve bir gün ölümlü jeon jeongguk onun dikkatini çeker.

güneş ışıkları jeongguk'un perdelerinin arasından giriyorken, genç adam homurdanarak kalktı ve gerindi

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

güneş ışıkları jeongguk'un perdelerinin arasından giriyorken, genç adam homurdanarak kalktı ve gerindi. beyaz çarşafları tekmeleyerek yatakta doğruldu. beyaz, damarlı ellerini gözlerine götürüp, çapaklardan arındırdı. bacaklarını yataktan sarkıttı ve tekrardan esnerken kendi kendine konuştu.

"güne başlama zamanı..."

çıplak ayaklarıyla mutfağa yürürken, koyu renkli tahta zemini gıcırdatıyordu. mutfağa geçtikten sonra kendisine bir şarap çıkardı ve kadehine doldurdu. bir yudum aldıktan sonra alkolün ekşi tadı ile yüzünü buruşturdu ve naneli arpa ekmeğini de kadehle birlikte masaya koydu. bir tabağa zeytin ve incir yerleştirip masasına oturdu ve oldukça 'doyurucu' akratismasını* bitirdi. ardından da zeytin ile incirlerini yedi ve kirli tabak ile kadehi lavaboya yerleştirdi.

"sanırım bunları dönünce yıkarsam bir sorun teşkil etmez?"

bulaşıkları orada bırakıp odasına döndü ve hızlıca togası ile sandaletlerini geçirdi. içerisi boş bir kare şeklinde olan evinin kapısından çıktı ve bahçeye ilerledi. evinin duvarları çeşit çeşit ağaç ve çiçeklerle süslü bahçesinin dört yanındaydı ve bulunan sütunlar bahçenin sınırını belirliyordu. sütunların bulunduğu yerden kerpiç bir çatı başlıyor ve evin çatısını kaplıyordu. büyük camları ise bahçeyi ve caddeyi gösteriyordu.

jeon, bahçeyi de es geçti ve dış kapıdan da çıkıp, şehir merkezinin yolunu tuttu. atina'nın işlek caddelerinde yürüyerek geziyor, at arabalarının ve ailelerin, işçilerin ve tüccarların yanından geçip gitmesine izin veriyordu. en sonunda meydana ulaştığında sağ taraftaki dükkanına doğru ilerledi.

meydanın ortası katman katmandı. en üstte üç büyükler olan zeus, poseidon ve hades'in heykeli, etrafında ise bir çeşme vardı. çeşmenin altında etrafına sular akan diğer 9 olimposluların tahtlarında heybetle oturduğu heykelleri, ve olimpos tanrılarının çocukları vardı.

jeongguk kapının kilidini açtıktan sonra heykellere bakmayı bıraktı ve sanat dükkanına girdi. askılıktan önlüğünü aldı ve bağladı. şovalenin karşısındaki taburesine oturup yarım bıraktığı 'olimposlular' resmine devam etti.

onun için resim yapmak sadece boyalar ve kalemlere oynamak gibi değil, bir rahatlama tekniği gibiydi. tanrı ve tanrıçaların resimleri dışında fazla kazandırmıyordu fakat jeongguk için bir fark yoktu, dinine düşkün biri olarak tanrıları çizmekten gayet hoşlanıyordu. özellikle apollo'yu ve oğlunu çizmeyi severdi. aydınlığı, güneşi ve sıcağı daima sevmiş biri olarak güneş tanrısını ve oğlunu sevmesi de gayet doğaldı. özel bir şey değildi. bir sıkıntı vardı ki, o da kimsenim apollo'nun oğlunun adını bilmemesi idi. sadece bu şekilde veya Güneş diye bahsediliyordu. fakat ismini bilen katiyen yoktu.

bu sırada, dükkanın kapısının açılma sesi duyuldu ve içeri bir oğlan girdi. jeongguk o tarafa döndü ve dizlerinin titrediğini hissetti, fırçayı tutan eli neredeyse seyirip bütün resmi mahvedecekti.

genç adam, kirli sarı saçlıydı ve güneş ışınlarının altında parlıyor, bazıları beyaz gibi görünüyordu. esmer teni, kahverengi gözleri de ışığın altında bal rengindeydi. yanaklarında ise hafif pembelikler gördü. jeongguk, bu yabancıyı tanımlayabilecek en iyi kelimenin 'güzel' olduğunu düşündü. dünya güzeliydi ve afrodit'i kesinlikle çıldırtabilir, o'nu pembe dumanlar içinde boğmak istemesine neden olabilirdi.

yabancı, yavaş adımlarla jeongguk'un bulunduğu, dükkanın ortasına doğru ilerledi ve minik ama samimi bir gülümseme bahşetti jeongguk'a. gözleri kısıldı, yanağında dikkatli bakılmaz ise görülmeyecek olan küçük bir çukur belirdi. fakat jeongguk şüphesiz çok dikkatli bakıyordu o'na.

o sırada jeongguk müşterisine hala bir şey demediğini, karşılamadığını fark etti. 'ah aptal kafam' diye mırıldandı. boğazını temizledi, ayağa kalktı ve konuştu. en azından çalıştı.

"h-hoşgeldiniz. nasıl yardımcı olabilirim size?"

delikanlı, gözlerini tablolarda gezdirip tekrar jeongguk'a döndü. ve jeongguk o an cayır cayır yandığını hissetti, o'nun gözlerine bakarken.

"dükkanındaki, bu güzel eserler ve sen dikkatimi çektin. tablolarına bakmaktan hoşnutluk duyarım." eliyle camın önündeki bir iki tabloyu gösterdi. derin sesinde tatlı, sımsıcak hissettiren bir tını vardı. jeongguk, kendini soğuk bir kış gününde bir ocağın başındaymış gibi hissetti.

kafasını salladı ve ayağa kalktı. "tabii, ben de duyarım." hâlâ bu güzel adamın adını bilmiyordu, ve öğrenmek istiyordu.

çalışma köşesinin yanına geçip, renginin solmaması adına üstü turuncu bir kumaş parçası ile kapalı olan tablolarına ilerledi.

"bu arada, adınız nedir efendim?" güzel adama yandan bakarken, olabildiğince sakin tutmaya çalıştığı sesiyle sordu. yabancı kafasını öne eğdi, sarı saçları gözlerini kapattı. ağzı dikdörtgen şeklini almıştı ve, jeongguk düşündü. tanrılar aşkına, bu adam daha ne kadar güzel olabilirdi?

adam kafasını kaldırdı, bal rengi gözlerine gelen saçlarını savurdu ve yüzünü açığa çıkardı.

"taehyung, kim taehyung." togasının omzunu düzeltirken, zarif elleri kahverengiye kaçan, açık sarı kumaşın üzerindeyken jeongguk bir kez daha derin bir nefes aldı.

"peki ya sizin adınız ne, sanatkâr bey?" yine dikdörtgen gülümsemesini sundu ve kafasını eğip jeongguk'a baktı. jeongguk da gülümseyip tablonun üzerindeki bezi çekti.

"jeon jeongguk."

adının taehyung olduğunu öğrendiği güzel adam, daha yakından görebilmek için tabloya eğildi, bir süre inceledi ve anlatılmak istenen duygu hakkında sorular sordu. yaptığı nokta atışları jeongguk'u şaşırtmıştı.

"gölgelendirmen ve tasvirin gerçekten çok güzel. sanatın, gerçekten kusursuz." taehyung'un gözleri adeta ışıldayarak bakıyordu esere.

jeongguk yanaklarının kızarmaya başladığını düşünürken sordu. "sanatla bayağı ilgilisiniz sanırım?"
sanatın kendisi siz olmalısınız, demek yerine.

taehyung gözlerindeki aynı muzip ve bilmiş pırıltılarla ona döndü. "sanat benim soyumdan gelir." jeongguk duyduğu şey ile ilk önce durakladı, sonra kaşlarını çatıp kafasını iki yana salladı. "anlamadım?"

taehyung onun tatlı hallerine güldü. "yakında anlayacaksın."

bu kitap muhtemelen tadımlık, bölümleri de kısa olur ve zamanlı geleceğinden çok şüpheliyim aşcjaşchsşcjsşckd

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


bu kitap muhtemelen tadımlık, bölümleri de kısa olur ve zamanlı geleceğinden çok şüpheliyim aşcjaşchsşcjsşckd

*akratisma: şaraba bandırılmış ufak arpa ekmeği

banene2006 aşkıcığım senin için <3

☀️icarus ;; taekook☀️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin