ilk iki saat her şey çok güzel gitmişti. fakat illa bir sakatlık çıkar ya, sol kanattaki iskelet gıcırdadı ve koptu. genç dengesini kaybederek hızla düşmeye başladı. kollarını bu sefer hızla çırpıyor, ve bu durumda hangi tanrı veya tanrıça sorumlu ise onlara dua okuyordu. aynı zamanda taehyung'un ismini de var gücüyle bağırıyordu ki tanrının dikkatini çekebilsin. artık yere fazlasıyla yaklaşmıştı, bütün umudunu kaybetti ve kendini saldı.
derken jeongguk belinden kavrandığını hissetti ve birden bire daha öncekinden çok daha yükseğe çıktı. ani hareketten sesi çıkmadı ama gözlerini fal taşı gibi açtı. kafasını çevirip kendisini kimin taşıdığına bakmaya çalıştı ama baykuş yeteneklerine sahip olmadığı için yapamadı. onun yerine kişinin kollarına bakmaya karar verdi. ne taehyung'unki gibi esmer bir teni vardı, ne de zarif elleri. kaslı kollar ve büyük elleri vardı adamın. ayrıca sarışın olduğunu tahmin etti. çünkü kol tüyleri sarıydı -kendisi de buna dikkat edecek kadar takıktı.
sonra taehyung'un muhteşem-tanrısal-güçleri ile farklı bir bedende, onu rahatlıkla taşıyabilecek olan bir bedende, karşısına çıkmak istemiş olabileceğini düşündü. yine de şansını denemek istedi.
"ta-taehyung?" dramatik anime sahnelerindeki gibi -o zamanlar icat edilmemiş olsa da- kekeleyerek fısıldamış olmayı dilerdi ama yerden bilmem kaç kilometre yukarıda, saatte bilmem kaç metre hızla gidiyorlarsa, sesi zaten boğuk çıkıyordu. ayrıca basınçtan kulakları tıkanmıştı. bu yüzden bağırarak sordu.
"keşke onun gibi genç olsaydım, çocuk." güldü ve devam etti. "ben tanrı hermes." jeongguk biraz durakladı. zaten tanrılar o muhteşem-tanrısal-güçleri ile bir sürü eğlenecek kişi tavlıyorlardı. artı olarak hermes yolcuların tanrısı olarak, ordan oraya giderken bir sürü güzel hatunla tanışıyor, bir sürü çocuk yapıyordu. gerçekten, jeongguk şuana kadar kaç hermes soyundan gelen kişiye rastladı sayamamıştı. ve zeus'un bütün çocukları kral veya savaşçı olurken, hermes'inkiler genelde babalarının ilgi alanı olan birbirinden tamamen alakasız alanlarda iyi oluyorlardı. yani, genç olmasına ne gerek vardı yahu? hayatını yaşıyordu resmen.
" umarım kim olduğumu biliyorsundur, yoksa birazdan pestil olursun." bunu gülerek söylemişti ama nedense, şaka yaptığını hiç sanmıyordu.
"tabii ki biliyorum! yolcuların, hırsızların, sürülerin, hilenin, şakanın ve birkaç tane daha alakasız şeyin tanrısı." hermes onaylayan mırıltılar çıkardı. birkaç dakika sessizlikten sonra aklına bir şey gelmiş gibi oldu.
"ha bu arada, kim taehyung'u sormuştun değil mi," işte şimdi konu jeongguk'un ilgisini çekmişti. "beni buraya yollayan kişi oydu."
"neden kendisi gelmedi peki?"
"güneş arabasına kadar gidip senin yanına gelmek tehlikeli olduğu ve zaman kaybettireceği için. o yüzden senin ona seslendiğini hissedince benim yanıma koştu ve rica etti. babasının sağ kolu olarak onu kıramazdım elbette," sesini biraz kalınlaştırıp böbürlenir gibi yaptı. "ayrıca, biraz da panik yapmıştı. neredeyse taht odasını eritecekti yahu!" jeongguk kafa salladı ve bir şey demedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
☀️icarus ;; taekook☀️
Short Storykim taehyung güneş ve sanat tanrısının oğludur, ve bir gün ölümlü jeon jeongguk onun dikkatini çeker.