1.Bölüm

2.2K 47 3
                                    

Çetin geçen kış aylarının ardından yüzünü artık göstermeye başlayan ilkbahar havası tüm şehre canlılık katıyordu.

Elindeki arabanın anahtarını ceketinin cebine bırakan genç adam, deniz kenarına konulmuş hasır taburelerden birine geçip otururken keyifli gözlerle etrafına baktı. Güneşin o ılık sıcaklığı dalların arasından sızarken yüzünü çevirip temiz havasını yavaşça içine çekiyordu. Gözlerini kapatıp aldığı tek nefesle ferahlamış gibi hissetti.

“Vay abicim! Hoş geldin. Seni buralarda görmeyeli uzun zaman oldu. Özlettin valla kendini.” Adam gözlerini hızla açıp başını sesin geldiği yöne çevirdi. Gülümseyerek fazla uzun olmayan oğlanın ensesinden kavrayıp kendisine çekti. Çocuğa sarıldıktan sonra “ Demli bir çayını içmeye geldim.” dedi. Gözleri çay ocağında gezinip oğlana döndü.

“Ustan nerede?”

“Bugün evinde hazırlık var. Nursen Abla’yı istemeye geleceklermiş,” göğsünü şişirerek başını dikleştirdi. Gözleri gururla ışıldıyordu. “Bugün ocak benden sorulur!”

Genç adam oğlana sırıtarak bakıp saçlarını karıştırdı.

“Elinden bir çay içerim o halde.”

“Hemmen tavşankanı çayın geliyor abicim, sen yeter ki iste...” Çocuk koşarak çay ocağına ulaştı. Adam küçük bir gülümseme ile arkasından baktı. Bu çocuğu babasının zoru ile yan kesicilik yaparken yakalamıştı. Babanın oğluna verdiği taktikleri ve tehditleri çok net bir şekilde duymuş, oğlanı takip edip tüm gerçeği ondan öğrenerek konuyu kesinleştirmişti. Şans eseri bu genç yaşında hayatını mahvetmeden onu kurtarmıştı. Daha 8 yaşındaydı. Eli kalem tutacağı bir yaştayken zorlanması, ister istemez kendi hayatının gözleri önüne gelmesine neden oluyordu.

Burak zor şartlar altında doğmuş ve büyümüştü. Mardin’in taş evlerinden birinde dünyaya gözlerini açmıştı ama babası o daha doğmadan önce annesinin akrabaları tarafından töre cinayetine kurban gitmişti. Kaçarak evlenmenin bedeli, sonunda bulunup öldürülmekti. Kendisinden 11 yaş büyük ablası ve annesi ile o da o küçücük yaşıyla hayatın zorluklarına rağmen yaşam savaşı veriyordu. Tabi annesi o daha 1 yaşındayken kendi canına kıymasaydı hayat daha kolay olabilirdi.

Bu düşünceler teker teker aklından geçerken sıkıntı her hücresine yayılarak onu boğmaya başladı. Üzerindeki ceketi hışımla çıkardı ve yanındaki tabureye koydu. Gömleğinin üstten bir kaç düğmesini açtı, kollarını dirseklerine kadar sıvadı. Geçmiş nedense geçmişte kalmıyordu. Hafıza hiç bir zaman bir bilgisayar gibi resetlenmiyordu. Dirseklerini dizlerine dayayarak başını avuçlarının arasına aldı. Bu güzel günde düşüneceği en son şey bu olmalıydı. Yanında bir hareket hissedince başını çevirdi. Küçük oğlan tepside ince belli bardağa doldurduğu tavşankanı çayını getirmişti. Dökmeden Burak’ın önüne servis edip doğruldu. Burak yanındaki boş tabureyi çektikten sonra oğlanın koluna şakadan hafifçe vurdu.

“Gel biraz sohbet edelim.”  Oğlanın kahverengi gözleri parıldarken arka masadan birisi seslendi.

“Hey genç, bize iki çay versene...”

Burak ve küçük oğlan birbirlerine gülümsediler.

“Borcum olsun be Burak abi. Sen yarın gel, kralından bir sohbet ederiz.”

“Yarın okulun yok mu senin?”

“Yarın üç ders. Öğlen buradayım.”

“İyi o zaman. Bakarız...” diyerek göz kırptı. Oğlan başındaki şapkayı düzeltip hemen diğer masanın siparişlerini yerine getirmeye koştu.

Burak oğlanın çalışkanlığına gurur dolu gözlerle baktı. Hiç bir çocuk kötü doğmazdı, kötü olmaya zorlanırdı. Bunda da en büyük etken aileydi. Burak oğlanı yasal yollardan babasından alıp sorumlu vasisi olunca çay ocağına çalışması için vermişti. Yaptığı en iyi iş olduğunu düşünüyordu. Dünyaya akıllı ve sağlıklı bir birey kazandırmış olacaktı.

Okul giderleri için Baran da ona yardım edip eğitimini üstlenmişlerdi. Furkan da boş zamanlarında hakkıyla çalışıp okul vakitlerinde de derslerine bakabiliyordu böylece. Ne yazık ki kendisinin böyle bir şansı olmamıştı.

Gene gözlerinin önü geçmiş ile bulanınca bir düşüncenin içine daha çekileceğini fark etti. Başını iki yana sallayıp attığı tek şekerli çayını karıştırırken cep telefonu çalmaya başladı. Ceketinin cebine uzanmak için gerinip telefonu eline alırken ekranda gördüğü isim tüm benliğine sıcak hava dalgası gibi yayıldı. ‘Betül’ yazıyordu. Uzun zamandır telefonunun ekranında bu ismi görmemişti. Heyecandan titremeye başlayan parmağını hemen ekranın yeşil kısmına dokundurdu.

“Efendim Betül Hanım?”

“Burak! Ah Allah’ım... Bir an telefonu açmayacaksın sandım,” kızın sesi sitemli geliyordu.

“Bir şey mi oldu?”

“Evet! Kaza yaptım!” dedi ağlamaklı bir ses tonuyla. Burak’ın aklı karıştı. Biraz önce telefon açılmadığı için fırçalayan Betül iken şimdi sesi ağlamaklı bir şekle bürünmüştü. Bunu bir kenara bırakıp ‘kaza’ kelimesine geri döndü ve anında gerildi. Sesi böyle geldiğine göre sağlıksal açıdan ciddi bir sorunu olamazdı. Yine emin olamayarak sordu.

“Bir şeyiniz yok değil mi?” Sesinin fazla endişeli çıkmaması için kendisini tutmaya çalışsa da yine sesi bir ton yükselmişti. Kalbi şiddetli bir şekilde atışa geçerken sırtında soğuk terler belirdi.

“Hayır, bana bir şey olmadı. Yalnız çarptığım arabadaki şoförün kaşı hafif kanıyor. Ya Burak lütfen buraya gel. Baran’ı arayamadım. Esma ve çocuklarla yemek randevumuz var, şimdi onların keyiflerini kaçıramam.”

“Neredesiniz?” Burak yerinden kalkarken daha bir yudum almadığı çayına şöyle bir bakıp pantolonunun arka cebinden çıkardığı cüzdanından fazla bir miktar alarak çay tabağın altına sıkıştırdı. Betül’den adresi aldığı gibi telefonu kapadı. Ceketini kaparak arabadan tarafa hızla yürürken çay ocağının kapısında duran oğlana seslendi.

“Furkan, para çayın altında. Üstü senin bahşişin.”

Oğlan masaya yürürken “ Sağ ol Burak abim!” diye arkasından bağırdı.

Burak hemen arabasına binip aldığı adrese doğru gitti. Öğlen trafiğinden olsa gerek gideceği yere yirmi dakika da ancak varmıştı. Arabayı müsait bir yere park edip hemen kazanın olduğu yere yürüdü. Görünürde polis yoktu. Kazazede adamın aramamasına sevinmişti. Eğer ciddi bir şey yoksa kendi aralarında halledebilirlerdi.  Kaza mahalline az biraz daha yaklaşırken birbirleriyle tartışan kişilerin seslerini duydu. Kazayı ve tartışmayı seyretmek için gittikçe sayıları artan izleyici topluluğunu yararak Betül’ün yanına gitti. Gördükleri ve duydukları... Tanıdığı Betül’den geliyor olamazdı, değil mi?

“Kadına ehliyet verenin ben...”

“Ne olmuş ehliyet verenin he? Ne olmuş? Pis maganda seni…”

AŞKA REHİN ( EYLÜL 2014 - KİTAP OLDU )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin