Herkese yeniden merhaba. Sanırım şu sıralar tanımsız bir bunalıma girdim. Hiçbir şeyden keyif almıyorum. Her neyse. Cebimde şizofrenik bir dram kurgusu var. Fantastik dünyaya kısa bir mola vermek için bu kurguya an itibariyle başlamış bulunuyoruz. Bölümleri bu kez epeyce uzun tutacağım. Her ne kadar değer görmeyeceğini bilsem de yine lezzetli bir okuma deneyimi sunacağımı umuyorum. Benim için fevkalade anlamlı detaylar içeren bu hikayeyi dilerim ki siz de beğenirsiniz. Gülen surat ve kalp. Öpüldünüz.
* * *
St Martins Meydanı'nın araç trafiğine kapalı dar sokakları, kara tuğla örülü evlerin arasında yılan gibi kıvrılıp gidiyordu. Gövdesinde yırtılmış tiyatro afişlerine benzer izler taşıyan huş ağacının, etrafından geçip giden insanları umursadığı yoktu. Dalına konan serçe ile birlikte hafiften titredi sadece. Küçük serçe, olduğu yerde telaşla sekerek cıvıldadı. Ardından, yeryüzündeki avına yırtıcı bir kuş edasıyla dalıyormuşçasına kaldırıma indi. Mavi-beyaz boyalı kuru temizleme dükkanının önündeki birkaç kırıntıyı süratle yedikten sonra uçup gitti. Camında estetiği bozmayacak puntolarla fiyat tarifeleri yazan dükkanın dış cephesi ve çerçeveleri oyma ahşaptandı. Sokağın tarihi dokusuna oldukça uyuyordu. Hatta böyle basit bir kuru temizleme dükkanı için fazlaca özenli olduğu söylenebilirdi. Mustafa burada işe başladığı ilk gün içeri girerken bir saniyeliğine durup, kapının kemerindeki ince oymaları şaşkın gözlerle süzmüştü. Çalıştığı yeri ve patronunu seviyordu. İyi giden işleri neticesinde iki şube daha açıp, yeni şubelerinde vakit geçirmeye başlayan patronu, bir gün anahtarları Mustafa'ya uzatıp "Bana uğur getirdin çocuk, benim olmadığım vakitler buranın sorumlusu sensin, hayal kırıklığına uğratma!" demişti. Mustafa'nın da hayal kırıklığı yaratmaya niyeti yoktu zaten. Aksine bu işe oldukça ihtiyacı vardı. Henüz yabancısı olduğu Birleşik Krallık'ta, onun gibi diplomasız bir adama kim iş verecekti ki.
BÖLÜM 1
Genç adam, kemikli ellerini tezgaha yasladı. Bir bebeğinki kadar seyrek ve ince olan kaşlarını neşeyle kaldırarak, gayri samimi bir tınıyla "Tekrar görüşmek üzere Bayan Wood!" dedi. Kapıyı kibarca açan kadın, boynuna sardığı kürkün içinden zar zor seçilen dudaklarını memnuniyetle gerdi. Başıyla veda edip dükkandan ayrıldı. Mustafa yanaklarını derin bir nefesle şişirip bıraktı. Ağzındaki hava boşalınca, ince yanakları sönmüş bir balon gibi sıska yüzüne çöküverdi. Bayan Wood hastalık derecesinde titiz bir kadındı. Pipirikliydi ve çok konuşurdu. Dükkana tamı tamına kırk dakika önce gelmiş, yanında da iki parça kıyafet getirmişti. Birisi kocasına Milano'dan aldığı takım elbiseydi. Diğeri ise dolabını süsleyen pahalı elbiselerden biri işte... Onları nereden aldığı,nasıl seçtiği ve ne kadar ödediği ile ilgili birçok şeyler anlatmış, ardından yıkama talimatlarıyla da ilgili kısa bir seminer verip gitmişti. Mustafa, saygısından dolayı (ve işini kaybetmemek için) sonuna kadar onu sabırla dinlemiş ve tatlılıkla uğurlamıştı. Oysa ki böyle boş cümleler dinleyecek hali yoktu. Bir önceki gece şehrin futbol takımı efsanevi bir şampiyonluğa imza atmıştı. Mustafa da şehre geldiği ilk zamanlarda tanıştığı iki arkadaşıyla sabaha kadar bu şampiyonluğu kutlayarak uykusuz kalmıştı.
Gözlerini televizyona dikerek uzun süre hareketsiz bekledi. Bütün haberler şampiyonluktan söz ediyordu."Bunca uykusuzluğa değdi."diye geçirdi içinden. Ömür boyu hatırlanacak bir olaydı bu ne de olsa. Telefonundan internete girip memleketindeki haberlere baktı. Terör olayları neticesinde yaşamını yitiren birkaç yaşıtının fotoğrafını gördü yine...Yüzünü buruşturup olduğu yerde doğruldu. Belini öne doğru esneterek gerindi. Kapanışa on dakikadan az zaman kalmıştı. Onu evde bekleyen karısını düşündü. Ah şu Helen. Ne fedakar kızdı ama! Bu zamanda onun gibisi az bulunurdu.