Hikayenin kalan kısmı Titanic'in okyanusun buzlu sularına gömülüşü gibiydi, uzun ve umutsuz. Rıza'nın değişen tutumu Mustafa'yı fazlasıyla tedirgin etmişti. Ama elden bir şey gelmiyordu. Tam her şey yoluna girdi derken hayat yine onu köşeye sıkıştırmıştı. Marketi sattılar. Rıza söz verdiği gibi barın açılacağı boş dükkan için çalışmalara başladı. Bir gün yanında tıknaz bir adamla gelip "Bora'yla tanış, iç mimardır kendisi, beş yıldır ahbabım olur, yüzü burada diye söylemiyorum on numara yetenekli bir kardeşimizdir!" dedi Mustafa'ya. Mustafa bu adamın tavırlarını hiç beğenmemişti. Dükkanın tozlu zemini üzerinde gezinip ağzından tükürükler saçarak neler yapacağından bahsediyordu. Anlattıklarına bakılırsa onun sihirli dokunuşuyla bu harabe, şehrin en çok konuşulan mekanı olacaktı. Neticede epey abartılı bir fiyat çıkarıp şöyle dedi "Mustafa bey inanın, bu verdiğim fiyat Rıza ağabeyimin hatırına çok çok düşük komik bir rakam." Koskoca İngiltere'de mimar mı kalmamıştı da bu üç kağıtçıyla konuşuyorlardı ki? Kesin Türkiye'de birilerini dolandırıp buraya kaçmıştı. Hele şu ikna edici konuşma halleri falan... Bir şeyler döndüğü çok belliydi. Nasıl bir saçmalığın içine girdim ben dedi kendi kendine. Avucuyla yüzünü ovalayıp. "Tamam siz başlayın. Finansal kısmını Rıza beyle biz çözeceğiz." deyip yanlarından ayrıldı. Sonraki gün Rıza'nın hesabına aktardığı para elinde kalan son paranın dörtte üçüydü resmen. Mustafa'nın karnına ağrılar giriyordu. Bir hafta boyunca güzel eşiyle yatağa bile giremedi. Kötü bir şey olacağını iliklerine kadar hissediyordu.
Aradan iki ay geçmişti. Proje bir türlü hazır edilemiyordu nedense. Bora bey ya çok hastaydı ya da ailevi çok mühim sorunlar nedeniyle projesine zaman ayıramamıştı. Altmış gün içinde belki altmış kez özür diledi Mustafa'dan. Mustafa artık özür duymak istemiyordu! Bar bir an önce açılıp kâr etmeye başlamalıydı. Paraları git gide tükeniyordu çünkü. Helen'le yaptıkları harcamaları kısmak zorunda kaldılar. Artık haftada bir Pub'a gider olmuşlardı. Bu süreçte birkaç sefer Donnie ve Colin'le bir araya geldiler. Konuyu dinledikten sonra Donnie tombul parmaklarıyla Mustafa'nın sırtını sıvazlayarak "Dert etme." dedi "Az daha sabret, ama anlattıklarına göre bu işin içinde bir bit yeniği olduğu belli!". Colin Helen'in tuvalete gittiği sırada Mustafa'ya yaklaşarak esrarlı bir sesle,
"Bana bak, böyle bir şeyin olmasını asla istemem ama diyelim ki bu alçaklar seni dolandırdı. O zaman şu numarayı ara benim dostum olduğunu söyle ve derdini anlat. Yardım göreceksin. Emin ol." dedi. Mustafa biraz şaşkın biraz da endişeli bir halde "Ne tür bir yardım?" diye sordu.
"Arayacağın kişi benim amcam olur, adı Benedict. Yeğenini çok sever. Bilirsin."
Net bir yanıt değildi ama Mustafa uzatmadı. Bu koca yürekli gençlere olan sevgisi biraz daha artmıştı şimdi.
Aradan bir ay geçince beklenen oldu, ne Rıza ne de Bora telefonlara çıkmıyorlardı. Bora'nın ofisinin veya yaşadığı yerin nerede olduğunu bile bilmeyen Mustafa Rıza'nın evinde aldı soluğu. Ev sahibi son üç aydır ödeme alamadığını bir haftadır da eve gelmediğini söyledi. Rıza kaçmıştı... Mustafa o gün sinirden başının uyuştuğunu hissetti. Abbey Park'ta saatlerce tek başına yürüdü . Dişlerini sıkıp göz yaşı döktü. Aptal yerine konmuştu. Keşke marketi satar satmaz Türkiye'ye dönseydim diye ah etti. Hatta keşke bu işe hiç girmeseydim! Babamı hiç kırmasaydım!
Rıza'yı mahkemeye verse avukat masrafı vs. derken iş uzayabilirdi, bunu kaldıracak finansal gücü ve psikolojisi yoktu. Bora'nın peşine zaten düşemezdi çünkü aracı olarak Rıza'yı gördüğü için karşılıklı imzalanmış hiçbir anlaşmaları yoktu. Ne kadar da dikkatsiz davranmıştı ama! Tırnaklarıyla kazıyarak birikim yapan insanlar asla böyle özensiz olamazdı. Onlar harcamalarının her kuruşuna dikkat eder, yatırım yapacakları vakit de pek bir ince eleyip sık dokurlardı. Olması gereken de buydu zaten. Mustafa'nın yaptığı, ancak paranın değerini bilmeyen tiplerin yapacağı bir hataydı. Oysa ki Mustafa üniversite okuması gereken yıllarını çalışarak geçirmiş, paranın ne kadar zor kazanıldığını pekala öğrenmişti. Ne kadar iyi kalpli bir adam da olsa yaşadığı bu kötü tecrübeyi sonuna kadar hak ediyordu.
Zeytin yeşili gözlerini kısarak, ciğerlerine derin bir nefes aldı. Colin'in verdiği numarayı çevirdi. Uzun süre çaldırmak istemiyordu, tam kapayacaktı ki telefon açıldı. Karşıdaki ne dediği zor anlaşılan ve hiçte kibar olmayan bir adamdı. "Ne var?" diye sordu. Mustafa iri dişlerini birbirine geçirip, mahçup bir tonda "Bay Benedict ile görüşecektim. Colin'in yakın arkadaşıyım." dedi. Telefonun diğer ucundaki ses yumuşamıştı ama hala kibar sayılmazdı.
"Kim arıyor diyelim?"
"Adım Mustafa, Colin'in yakın arkadaşıyım."
"Moustaf...?"
"Evet, evet. Mus-ta-fa. Çok önemli değil. Telafuzu sizin için zor biliyorum."
'Yakın arkadaşıyım'ı neden bu kadar vurguladım ki diye düşünürken, hayrete düşürecek derecede kibar bir ses "Ben Benedict, dinliyorum." dedi. Birkaç saniye sessizlik olduktan sonra Mustafa kendini toparladı.
"Bay Benedict, merhaba! Ben Mustafa." diyerek başladı söze. Çok özet bir şekilde olanları anlattı. Numarayı Colin'in verdiğini yardım istediğini söyledi. Bedenict kısa bir kahkaha patlatmıştı fakat bu alaycı bir kahkaha değildi. "Ah şu Colin!" dedi, "Dostlarına hep yardım eder, babasından ziyade bana çekmiş. Ne harika çocuk ama!" Mustafa üzerinden gerginliği atmıştı artık. On beş dakika kadar konuştular. Bay Benedict için basit bir iş olduğu belliydi. Yapacaklarını sakinlikle ve kendinden emin bir şekilde anlatıp, Mustafa'ya kendini üzmemesi gerektiğini söyledi. "Ama!" demişti sesini ciddileştirerek "Yurt dışına kaçtıysa bu iş biraz zaman alır. Eninde sonunda buluruz ama! Hepsinden önemlisi onu bulduğumuzda bir sivrisinek gibi kanını emeceğimizi garanti ederim. Ancak bu bizim işimizin karşılığı olur. Yani maddi bir beklentin olmasın." Mustafa böyle bir işin karşılıksız yapılmayacağını gayet iyi biliyordu zaten."Tabii ki Bay Benedict!" diyerek şiddetle hak verdi. "Yine de." dedi Benedict sesini incelterek, "Olur da bir şey koparamazsak bu orospu çocuğundan, bu meseleyi benim hediyem sayarız. Colin'in hatırı için."
Mustafa telefonu kapatmadan önce en az beş defa teşekkür etti ve saygılarını sundu. Ne müthiş adamdı ama! Yüz yüze görüşmedikleri halde kendini Bay Benedict'e bağlı ve borçlu hissediyordu. Konuşmanın üzerinden birkaç hafta geçmişti. Leicester taraftarı çocuklar Mustafa'nın evine misafir oldular. Artık dışarı çıkacak paraları kalmamıştı. Kapı önünde kalmamak için kenara ayırdıkları üç aylık kira bedeli haricinde hiç birikimleri yoktu. Ona da birikim denirse tabii. Donnie ve Colin, zavallı çiftin acınası ev halini görünce Mustafa'ya kızdılar. "Bu derece tükendiğini neden bize söylemedin, biz dostun değil miyiz!" dediler.
Mustafa duygulanmıştı, dudaklarını ısırıp tebessüm etti. Colin, amcasını araya sokarsa kolayca iş bulabileceğinden bahsetti. Mustafa duyar duymaz reddetti. Bay Benedict'ten daha fazla iyilik istemeye yüzü yoktu. Ve tabii ki Colin'den. Donnie giderayak babasının bir arkadaşından söz etti. Colin'e dönüp "Daha önce nasıl aklıma gelmedi!" dedi haykırarak "Katedralin yakınlarındaki şu kuru temizlemeci var ya! Babamın dostu olur, Mustafa için bir konuşayım bakalım. Yanına bir yardımcı aradığından söz ediyordu." Mustafa'nın aklına yatmıştı. Hem bir an önce para kazanmaya başlaması gerekiyordu hem de kuru temizleme basit bir iş gibiydi sanki, kulağa hoş geliyordu.