Bölüm 2

4.1K 268 41
                                    

BÖLÜM 2: SOPHIE LEBLANC

Ertesi sabah, Sirius, Blacklerden de, Leblanclerden de eser olmayan güzel rüyalarla süslenmiş uykusundan uyandığında, başucundaki saat 9’u gösteriyordu. Sirius yatağından hızla doğruldu.  Saat 9 demek kahvaltı başladı demekti ve Blacklerin bir kuralı, saatinde sofrada olmayana sonradan yemek verilmezdi. Kreacher’ın en –hatta belki tek- sevdiği özelliği olan yemeklerinden mahrum kalmayı hiç mi hiç istemeyen Sirius, zil çalan karnını bir an önce huzura kavuşturmak için süratle hazırlanmaya girişti.

On dakika sonra elini yüzünü yıkamış, saçlarını düzgünce taramış ve üzerine yeşil bir tişörtle dar kesim bir kot pantolon geçirmiş olarak hazırdı. Ailesinin, özellikle annesinin Muggle kıyafetlerinden ne derece nefret ettiğini gayet iyi biliyordu –ve annesinin nefret ettiği şeyleri yapmak Sirius’un en sevdiği hobilerinden ikincisiydi. İlki Sümsükus’u layık olduğu vaziyetten mahrum bırakmamaktı, tabi.

Biraz sonra yiyeceği kızarmış ekmeklerin ve yumurtaların ve diğer türlü yiyeceklerin hayaliyle mutlu mutlu –bu evde onu mutlu eden nadir şeylerden biri kahvaltıydı, bunun bir sebebi de annesinin sabahleyin daha baykuşlar gözünü açmadan kalktığı için kahvaltı sofrasında bulunmayışıydı- merdivenlerden indi ve en alt kata ulaştığında, mutfağın ağır kapısını ittirip açtı.

İçeri girmesiyle yüzündeki sırıtmanın solması bir olmuştu, zira mutfak masasından ona bakan bir Walburga Black’le karşı karşıyaydı. Sirius şaşkınca annesinin ne halt etmeye kahvaltıda olduğunu sorgularken, üzerine dikilmiş ayıplayan bakışları fark edince, ağzının içinde bir “günaydın” mırıldanıp masadaki yerine çöktü.

Annesini görünce iştahı bir an sekteye uğramıştı ancak Kreacher’ın epey gönülsüzce –‘safkan adına yakışmayan bir çocuk, üstelik kaidelere bile uymuyor, kahvaltıya geç kalınması ne denli ayıp’- servis ettiği böreğiyle beraber tekrar eski halini aldı. Asil bir gence kesinlikle yakışmayacak bir biçimde böreğe saldırırken -yine de çatalla, Hogwarts’ta olsa ellerini kullanırdı tabi ama annesi buradayken ve masada bıçaklar varken bu kadar riske girmemeyi tercih etmişti- midesi sevinçle guruldadı.

“Öhö öhö.”

Babasının imalı öksürüğünü duyunca başını kaldırdı, böreğinin yarısı ağzındaydı ve kendisine yöneltilmiş garip bakışlarla karşılaştı.

“Ne?”diye mırıldandı, ağız dolusu böreğini tasasızca çiğnerken. Walburga Black’in incecik kaşları öfkeyle kalkarken, babasının yüzü kasılmıştı.

“Misafirimize hoş geldin demeyecek misin, Sirius?”

Misafir… Ne misafiri?

Sirius şaşkınlıkla böreğini yutarken masaya göz gezdirdi, yüzünde onun aptallığından memnun kalmış bir ifade olan Narcissa’ya, o bakınca gözlerini deviren Regulus’a baktı ve sonra, Regulus’un yanına oturmuş olan bir diğer kişiyi fark etti, normalde bu masada olmayan birini.

Bir önceki akşamın görüntüleri zihnine doluşurken, ne olup bittiğini anlamıştı. Elbette, misafir. Sophie Leblanc.

Sirius olayı anlayınca rahatlayarak evin yeni konuğuna baktı. Sophie Leblanc. Kız onun şapşallığından açıkça eğlenmiş görünüyordu, yüzünde küçük, kibar, asil bir hanıma yakışır bir gülümseme vardı. Sirius hiç çekinmeksizin kızı baştan aşağı süzdü, orta boyluydu, beyaz bir teni, açık kumral saçları ve yeşille mavi arası fazlasıyla açık renk gözleriyle çok güzel denemese de kesinlikle çirkin olmayan bir kızdı. Üzerindeki su yeşili rengi cadı cübbesi saçlarıyla ve göz rengiyle uyumluydu, aslında her şeyi birbiriyle uyumluydu, şöyle bir bakılacak olursa, kız tam bir kusursuz hanımefendiydi. Sirius içinden yüzünü buruşturduğunu hayal etti –bunu kızın yüzüne yapmayacak kadar nazikti elbette.

Leblanc KızıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin