Ağustos'un sonu yaklaşırken, Londra'da günler kısaldı, sıcaklar git gide arttı. Herkes -Muggle olsun, büyücü olsun- yaz mevsiminin alışıldık telaşlılığında yaşamaya devam ediyordu; hayvanlar susuzluktan kurtulmak için parklara akın etti, insanlar şapkayla dolaştı, kıştakinden çok daha fazla su harcandı. Bazıları tatile gitti, evler boşaldı, sonra tekrar doldu. Okul olmamasından yararlanan çocuklar sokakları, parkları doldurmuştu, neşeli çığlıklarla onlarca anı biriktirildi zihinlerde. Ve ülkenin dört bir yanında, belki yaz sonunda bitecek, belki de ömür boyu sürecek yepyeni aşklar filizlendi.
Grimmauld Meydanı on iki numaranın duvarları arasında yaşayan iki kişi de, Clearlylerin partisinden kaçtıkları gece kapı önünde öpüştükten sonra bu son gruba dâhil edilebilirdi belki. Ama Sirius, yaşadıkları şeyi aşk olarak tanımlamıyordu. Aslında, hiçbir şekilde tanımlanabilir bir şey değildi.
Öpüşmelerinin üzerinden on gün kadar geçmişken, ikisi de bu konuda konuşmamışlardı, bir daha öpüşmemişlerdi de; ama aralarında tuhaf, adlandırılmamış bir ilişki büyümüştü. Fırsat buldukça uzun sohbetler ediyorlardı, her sabah Sophie onu yüzünde ışıldayan bir gülümsemeyle selamlıyordu, bir kez olsun tartışmamışlardı ve Sirius onunla vakit geçirmekten keyif alıyordu, baş başa olmaktan, havadan sudan konuşmaktan, beraber Londra sokaklarına veya başka yerlere gitmekten. Sophie ondan herhangi bir şey bekliyormuş gibi değildi, tek bir soru bile sormamıştı, ama yeni durumlarından memnun görünüyordu. Sirius da öyleydi. Üzerinde fazla düşünmeksizin, evin içinde diğer herkesten yakın olduğu birinin olmasının kendisine iyi geldiğinin farkındaydı. Bu Sophie'yi onun kız arkadaşı yapar mıydı? Teknik olarak, evet, diye düşünmüştü Sirius. Ama bu konuda hiç konuşmamış olmaları, ilişkilerine ad koymayı zorlaştırıyordu. Ve Sirius da bunu pek kafaya takıyor değildi. Flört ya da aşk ya da ilişki, adı her neyse; Sophie'yle o konumda olması üzerinde düşünürse tuhaf bulacağını biliyordu; ama düşünmediği zaman, gayet mutluydu.
Sirius evdekilerin ikisi arasındaki şeyden şüphelendiklerinin farkındaydı; Narcissa ona karşı günden güne daha da huysuz olmaya başlamıştı, Sirius Sophie'nin ona aralarında geçenleri anlattığını düşünüyordu. Annesi ise her yemekte onu izlemek gibi bir huy edinmişti, sanki her an yanlış bir şey olmasını bekler gibi. Nedense içinden bir ses, annesinin güvenliğinden endişe duyduğu kişinin kendisi olmadığını söylüyordu. Belki de kızın beynini yıkamasından korkuyorlardı, kim bilir?
Bunu amaçladığını inkâr edemezdi Sirius, ama bir noktadan sonra Sophie'nin beynini yıkamanın o kadar da kolay olmadığını kabul etmek zorunda kalmıştı. Bunun üzerine en azından "anlaşma"ya sadık kalmış ve kızın fikirlerinin değişip değişmediğini umursamaksızın onunla geçirdiği zamandan keyif almaya bakmıştı. Ki zaten Sophie'yle zaman geçirdikçe korkuları azalıyordu, Sophie sahiden de ölüm yiyen olamazmış gibiydi. Hatta bazen o kadar tatlı bir şeye dönüşüyordu ki, Sirius onun dünyanın en iyi kalpli kızı olduğuna yemin edebilirdi.
Günler birbirini kovalarken, cuma gününe vardıklarında, Sirius'un canını sıkan bir ayrıntı ön plandaydı artık. Sophie pazar günü Black Malikânesi'nden ayrılacaktı. Misafirlik bitmişti.
Sirius bunu kimseye, özellikle kendine itiraf edecek değildi, hayır, ama içten içe kıza öylesine alışmıştı ki gitmesine neredeyse üzülüyordu. Yalnızca bir aydır aynı evde olmalarına ve bunun büyük kısmını didişerek geçirmelerine rağmen ona sahiden de ısınmıştı. Ancak ne yazık ki, bu tatilin de bir sonu vardı ve Sirius, madem bunu değiştiremeyecek, o halde bitene dek tadını çıkaracaktı.
Cuma sabahleyin kahvaltısını yaparken, aklında tam olarak bu ve bunun sonucu olarak, kalan iki günü nasıl değerlendireceği vardı.
"Hey..." Orion Black kahvaltısını bitirip kalktıktan ve sofrada sadece gençler kaldıktan sonra, Sirius Sophie'ye doğru eğilip alçak sesle sordu. "Bugün işin var mı?"
![](https://img.wattpad.com/cover/22872023-288-k365.jpg)