Gelirsen Ekime Gelmezsen...

547 58 28
                                    

Bir varmış bir yokmuş, çok ama çok uzak bir ülkede, bir külkedisi yaşarmış. Yok yok bu o hikaye değil. Şimdi size anlatmaya başlayacağım hikaye, benim hikayem. Dinlemesi komik ama yaşaması bir  kadar acı veren genel anlamda tirajı komik bir hikaye.  Türkiye'nin başkenti olan Ankara'da 1981 yılında portakalda gezinen vitamin olmaktan vazgeçip annem ve babamın ortak yapımı sayesinde ana rahmine düşmüşüm. Anne rahminde dokuz ay on günlük konaklamamı tamamlamış olmama rağmen doğmamak konusunda inat edince o dönemin doktor amcaları henüz ultrason cihazı denen teknolojik alet, üçlü tarama, dörtlü tarama, 3 boyutlu doppler görüntülenme teknikleri icat edilmediği, icat edilenler de bizim ülkeye gelmediği için yapmış oldukları istişare toplantısında benim anne karnında ölmüş olabileceğim veyahutta iki başlı olduğum için normal yollarla doğamadığım hakkında kanaat getirmişler. Öyle imkansızlık falan yok, hani paramız yoktu, sosyal güvence yoktu, hastaneye gidilemiyordu falan değil hatta ve hatta büyük teyzem Hamiyet hanım kuzenim Emin'i doğururken vefat ettiği için o zamanın en önemli özel doğum hastanelerinden birine yatırmışlar anam sultanı.

Sanırım şuan karakterleri yazarken konuştuğum Büşra ile anne karnında da sohbeti koyulttuğum için dünyaya gelmeyi unutmuş olabilirim. Sonuç olarak 20 Mayıs 1982 tarihinde tam da Miraç Kandilinin gecesinde bir zarın içinde gelmişim dünyaya. Ben annemin rahminden dışarı çıktıktan sonra o kese patlatılmış, göbeğimi de öyle kesmiş doktor amcalar. Görüyorsunuz arkamda hiçbir şey bırakmayı sevmediğim için anne rahminin içinden pılımı pırtımı neyim varsa hepsini alıp gelmişim dünyaya. Sonrası ayrı hatta apayrı bir evrim hikayesi. Sapsarı saçlar, mavi gözler ve bir pamuk kadar beyaz ten ile doğan ben şuan açık kumral saçlı koyu kahverengi gözlü ve açık tenliyim. Pampers isimli markanın bez piyasını tekelinde tuttuğu dönemlere denk gelmediğim, muşambalı bez bağlanan dönemin çocuğu olduğum ve o dönemde başımdan geçenleri kronolojik olarak anlatmayacağım size. İstiyorum ki bir günümüz bir dünümüz gidelim. Gidemediğimiz gün toplanıp halay çekelim. O yüzden şimdi sizi doğumumdan birkaç yıl sonraya ışınlıyorum.

Siz hiç, bir kamyon tekerinin altında kaldınız mı?

Ben kaldım.

Size hani ben huniliyim, deliyim diyorum ya işte bu bir günde olmadı. Hayatıma her giren yeni kişi yaşadığım her olay benden bir parçayı da giderlerken yanlarında götürünce doğal olarak bende bana yetecek kadar ben kalmadı. İşte bu yüzden usul usul çok temiz delirdim ben...

Sanırım yedi yaşlarındaydım. O zamanlar boşanmış ebeveyn çocuğu olmak benim için utanılacak bir şeydi nedense. Şimdi bundan utanmıyor hatta geçmişimde saklamaya çalıştığım utandığım her şeyi kahkahalar ile anlatabiliyorum. Bundaki en büyük etken galiba her aldığınız yaşın ve yaşadıklarınızın hayata baktığınız pencerenin biraz daha görüş açısını değiştirmesinden kaynaklanıyor.  O zamanlar bundan utanıyor oluşumun yaşımın küçük oluşunun yanındaki yegâne sebebi akrabalarımın, "Sen çocuksun onları sen birleştireceksin." diyerek üzerime yüklemiş oldukları ağır yükün altında ezilmemdi. Çünkü daha beş yaşında, yaşıtlarım sek sek oynamanın kombinasyonlarını algılamaya çalışırken ben anemin karşısına geçip "Anne boşan bu adamdan." diyen bastı bacak bir velettim. Anneye boşanması gerektiğini söyleyen zat-ı muhterem ben olunca yeniden aralarını yapmak gibi bir çabamda olmadı şimdi Allah için. Zaten babamı da o son görüşümdü. Bu yüzdendir ben de baba kelimesi rahmetli kayınpederim Hüseyin Çivicioğlu ile tanışana kadar da herhangi bir anlam ifade etmedi.

Yıl seksen dokuz... Annem hem çalışıyor hem de daha yirmi yedi yaşında. O zamanlar boşanmış kadın olmak da şimdiki gibi kolay değil vesselam. Bu yüzden her sene okullar tatil olur olmaz kendimi, rahmetli dedemin yanına yani Isparta'nın minnak ve şirin bir ilçesi olan Uluborlu'ya dönüşü üç ay sonra olmak suretiyle iadeli taahhütlü şekilde postalanırken bulurdum.

Sevgili KendimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin