Katil

54 3 0
                                    

Lisa

Bugün gün boyunca antreman yapmıştı. Sabah pilates sporu yapmış
öğlen boks çalışmış, ikindin çince dersleri almıştı. Şimdi ise pratik odasında dans ediyordu. Bir kaç hareketi de çalıştıktan sonra terlemiş ellerini ve yüzünü havluyla sildi. Zaten bir koreografiyi ezberlemek için sadece iki-üç saat çalışıyordu. Dans etmek kanında vardı.

Masanın üzerinde duran su şişesini içti. Dağılmış olan atkuyruğunu tekrar topladı ve temiz hava almak için balkona çıktı.
Şehir, her zamanki halindeydi.
Lisa'nın olduğu yer yüksekti bu yüzden şehrin bir kısmı görünebiliyordu.
Trafik azalmış, apartmanlarla gökdelenlerden sızan ışık gökyüzünü aydınlatıyordu.
Ama bu gece yıldızlar daha belirgin görünüyordu.
Lisa başını göğe kaldırdı.
Kaldırdığı an bir yıldız kaydı.
O an tüm içtenliğile bir dilek tuttu Lisa.
Mutlu olmayı ve her şeyin yolunda gitmesini umuyordu. Ayrıca ailesini  çok özlüyordu. Onları yeniden görebilmek için sabırsızlanıyordu.
Tüm bunların gerçekleşeceğini düşünerek içeriye girdi.

Bir gün önce...

"Demek öyleydi ha" diye geçirdi içinden Dawn.

"Buna neden engel olmadın!?"

Sinirlenmişti.

"Açıkladım ya başka seçeneğim yoktu."

"Yalan söylüyorsun! Her zamanki gibi." diye kükredi.

Cebinde tuttuğu bıçağı çıkarıp açtı.
Adamın üzerine doğru yürumeye başladı.

"Bana doğruyu söyle yoksa gırtlağını keserim!"

Adam geri adım atıyordu.
Dawn ise gittikçe yakınlaşıyordu.
Çok içmişti.

"Hayır, doğruyu söylüyorum.
Yemin ederim!"

Dawn dayanamadı ve bıçağı ona sapladı. Adeta gözü dönmüştü.
Bir kere daha sonra bir kere daha...

Bir kaç dakika sonra adam kanlar içinde yerde yatıyordu.
Adam son sözlerini söyledi.

"Buna pişman olacaksın."

Dawn ise hiç bir suçluluk duygusu hissetmeyerek kanepeye oturdu.
Hala içmeye devam ediyordu.
Her yer kan olmuştu.
Her şey kaşla göz arasında gerçekleşmişti.

Dawn nasıl bir belaya bulaştığını bilmiyordu. Ama bunun için pişman olacaktı.

Bir kaç saat sonra...

Koltukta uyağa kalmıştı.
Huzursuz bir şekilde doğruldu.
Başı feci şekilde ağrıyordu
Sonra yerde yatan adamı fark etti.
Ne olduğunu ilk başta anlayamadı
ama sehpanın üzerinde duran kanlı çakısını gördüğünde her şeyi hatırladı. Onu kendisi öldürmüştü.
O bir katildi.
Gözlerine inananmıyordu, nasıl olurdu da böyle bir şeye cürret edebilirdi? O kadar mı hırslı,
o kadar mı doyumsuzdu?
Ama artık iş işten geçmişti.
Polisler bulmadan ve hiç iz bırakmadan cesedi yok etmeliydi.

Saate baktı. Altıya geliyordu.
Hyuna gelmeden bu işi bitirmeliydi.
Ne yapacağını bilmiyordu,
eli ayağına dolaştı.
Olanları Hyuna'ya anlatmaya karar verdi. Zaten o bir suç ortağıydı.

"Noona dinle, seninle bir şey konuşmam lazım. Ama her neredeysen oradan uzaklaş ve kimsenin seni duyamayacağı bir yere git."

Dawn nefes nefeseydi. Alnından soğuk terler akıyordu.

"Tamam Dawnie sakin ol, gidiyorum işte."

Hyuna birinin gelip gelmediğini kontrol ettikten sonra deponun kapısını açtı.

Merakla
"Evet söyle, kötü bir şey mi oldu?"

"Hem de çok kötü bir şey oldu...
Be-ben sanırım, birini öldürdüm."

Hyuna şaşkınla elini ağzına götürdü.
Çığlık atmamak için zor duruyordu.

"Ne, Tanrım! Hyojong!
Neyden bahsediyorsun sen?!"

"Gerçekten çok içmiştim ve kendimi kaybetmiştim. Lütfen, yardımına ihtiyacım var."

"Benim mesaim sekizde bitiyor.
Ortalığı temizle ve sakin ol."

"Ama..."

"Olmaz Hyojong! Biraz daha bekleyebilir, yapacağım bir şey yok.
Aman tanrım..."

Dawn telefonu masaya bıraktı.
Eldivenleri giydi ve adamı ceset torbasının içine koydu. Yerdeki kanı temizledi. İçi içini yiyordu. Çıldırmak üzereydi.

Birazdan Hyuna geldi. Stresli bir konuşmadan sonra Hyguna'nın aklına bir fikir geldi.

Labaratuvardan bir çeşit asit buldular. Bunu cesedin üzerine döküp yok edeceklerdi.
Eldivenlerini giyip cesedi küvete koydular. Asidi dökmek için kanın tamamen boşaltılması gerekiyordu,
zaten kanının yarısı akmıştı bu yüzden bir kaç şırıngayla hallettiler.

Dikkatlice asidi döktüler. Bir müddet sonra sadece küçük kemik parçaları kalacaktı. O kemikleri ise kokmaması için sirkeye bulayıp çöpe atacaklardı.

'Sσğυк ѕαναş'Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin