YENİLGİ

242 11 2
                                    

Bölüm Şarkısı: Seven - And She Will Miss You (Bir sonraki bölüm için şarkı ismi bırakabilirsiniz.)

Düşüncelerim sayesinde, kapının gıcırdayan sesi kulaklarımdan yok oluyor. Bu gece her şey daha farklı. Sallanan koltuğumda derin bir nefes alıyorum, mutfak penceresinden yansımamı görüyorum; bu beni şimdi korkuttu işte. Cüsseli bedenim, yorgunluktan morarmış göz altlarım ve tel tel olmaya başlamış, yağlı saçlarım... Bu benim. Bakışlarımı biraz daha derine daldırıyor ve yıldızlara odaklanıyorum, şimdi rahatsız edici dış görünüşüm kadrajımda yok. Takım yıldızı halinde dolaşan yıldızlar, bana insanları anımsatıyor. Birbirlerinden farklı dahi olsalar, bir şekilde birbirlerini bulup grup grup olmuş insanları... Gökyüzünde, milyarlarca takım yıldızı var derler, lakin ben bunlardan hiç biriyim. Ben tekim. Veyahut kutup yıldızı takımından bir yıldızım ama takımımla aramız pek iyi değil zira takımın içinde olmam da kendi isteğimden değil, bir çeşit "zorunluluk"tan. Sosyal bir hayvan olarak, ben, tamamen zorunluluktan ötürü bir takımın içinde yer alıyorum. Ruhum yalnız olmak istemiyor, çünkü yaratıcı beni sosyal ve aklı olan bir hayvan olarak yaratmış. Tüm bunlar bir araya gelince, kendimi bir takıma ait hissetmek istiyorum ve belki hiç istemesem de kendimi bir takımda buluveriyorum.

Kalkıyorum yerimden. Bu gece düşünceliyim. Onlarla aynı fikri paylaşmadığım için. Bunu sorguluyorum, insanlarla aynı düşüncelerin içinde olma ya da olmama durumunu... Toplum normları sahiden ne kadar önemli? Belki de bu düşüncem bile toplum normları kavramına karşı çıkan insanlar sayesinde beynimde oluşmuş durumda. Belki de toplum olmasaydı, toplumun bana ve bize yaptığı yanlışlar olmasaydı, düşüncelerimiz de kısıtlanmış olacaktı. Nasıl olsa toplumla aramız iyi deyip düşünmeye, sorgulamaya ve bazı şeyleri protesto etmeye ihtiyaç duymayacaktık. Çoğunluk bunu protesto etmiyor, evet; zira çoğu insan yalnızca bir hayvan gibi yaşıyor. Gerçi ne zaman bir hayvandan daha iyi yaşarsak; yani karnımız tok, sırtımız pek ve cinsel hayatımız iyi, olursa o ölçüde kendimizi felsefeye verebiliriz ve sorgulamaya başlayabiliriz. Dünyadaki çoğu insanı "sorgulamadığı" ve "aklını kullanamadığı" için eleştiririz fakat biraz arkamıza yaslanıp olaylara geriden baktığımızda, çoğu insan aslında ya aç, ya evi yok, ya da sevdiği ve seks yapabildiği bir karşı cins eşi yok. Temel ihtiyaçları karşılanamayan bir insandan, felsefe yapmasını beklemek çok aptalca. Çoğu insan bu temel ihtiyaçlarından mahrum. Dolayısıyla nasıl düşünmelerini bekleyebiliriz? Aç bir insan nasıl yemek bulabileceğini düşünür, "toplum normlarını" değil.

Fakat şu da bir gerçek ki kendi özgür olduğumuzu düşündüğümüz davranışlarımız dahi, toplumu kabul etmemizle bağlantılı olan bir şey. Şey gibi bu, sen Tanrı yok diyorsun lakin bunu derken de Tanrı'nın varlığını kabul ediyorsun.

Tanrı düşüncesine takıldım. Descartes, tanrı olmasaydı, bir tanrı fikri de olmazdı diyordu. Onu okurken şöyle bir not almıştım: "İnsan kendi kendine tanrıya ulaşabilir, tanrı fikrine sahip olabilir mi? Kutsal kitaplar neden indiler? İnsan kendi aklıyla "tanrı" düşüncesini bulamazsa – ki bence bulamaz- tanrının varlığına dair olan inanç içimizde vardı, kutsal kitaplar aracılığı ile bu his gelişti ve içimizde büyüdü, adeta kesinleşti."

Acaba kendi kendimizi mi dışlıyoruz? Ötekileştiriyoruz? Belki de diğer insanlar bize normal, herhangi biriymişiz gibi bakıyordur lakin biz kendimizi o kadar farklı görmüşüzdür ki, adeta öteki yapmışızdır. Peki bu egoizme girmez mi? Ya da dur, buna egosantrizm deniyordu.

Tanrının varlığı hakkındaki kısa tartışmalı düşüncemden, keskin bir şekilde egoizme giriş yapmıştım.

Çevremizde çoğu kişi, egoistliğe ve bencilliğe laf atar durur lakin bilmezler, insan özünde bencildir. Bu konuyla ilgili Hitlerin bir deneyi vardır, ne zaman egoizmden söz açılsa aklıma bu örnek gelir. Büyükçe bir sacın üzerine kadınları koyarlar, kucaklarında öz evlatları... Sac ısındıkça kadınlar çığlık çığlığa... Dakikalar sonrasında acı dayanılamayacak hale gelir, kadınlar bebeklerini sacın üzerine atıp üzerlerine basıp çıkarlar. Bebek ölür, kadın o anlık kurtulur. Kendisini düşünmüştür, doğurduğu evladını değil. İşte yaşama isteği... Savaşta, esirken, bugün olmasa yarın öleceğinden eminken bile yaşama isteği bu denli kuvvetlidir insanın içinde. Eee ne derler bilirsiniz; insan özünde hayvandır. Hayvanların tek gayesi de yaşamaktır.

BİLİNMEYEN YÜZLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin