1; hi roseanne

20.5K 1.1K 981
                                    


Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


✗

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.





Dünyada acıyı tanımlayabilecek tek bir sözcük bile yok.

"Belki de nasıl hissettiğinle başlamalıyız."

Önümdeki koyu kırmızı tekli koltukta oturmuş, 40'larının başındaki gri saçlı, mavi gözlü, Ben Bir Amerikanım diye bağıran adama baktım. Bakışlarım sivri çenesinde uzunca bir süre dolaştıktan sonra tekrardan siyah kot pantolonuma indi ve terleyen avuç içlerimi kot pantolonuma silip derin bir nefes aldım.

"İyi değil."

Belki de yalan söyleyip kendimi korumak yerine içimdekileri insanlarla bölüşebilir ve bana yardım etmelerine izin verebilirdim.

"İyi olmayan nedir?" diye sordu bu kez de.

Ellerimi iki yana açıp omuz silktim; "Her şey."

Yaklaşık iki haftadır yanına geliyordum ve her seferinde benim kapalı bir kutu olduğumu, anahtarımın kaybolduğunu ve o kutunun içindeki hazineni görmek istiyorsam kendime bir anahtar yapmamı söyleyip duruyordu.

Ama ben o kutunu parçalamak istiyordum.

Hazineye ihtiyacım yoktu.

"Tamam pekala," elindeki kalemi bırakıp önünde ellerini birleştirdi siyah çerçeveli cam gözlüğünün ardından bana bakmaya başladı. Gözlerindeki yansımamdan oldukça yorgun ve sıkılmış olduğumu görebiliyordum.

"Belki de seni iyi hissettiren şeylerden başlamalıyız. Mesela çiçekler?"

"Çiçekleri sevmem." dedim oldukça net bir şekilde.

"Hayvanlar, gökyüzü, okyanus? Bunları herkes sever."

"Ben sevmem." dedim tekrardan aynı ruhsuzlukla.

"Peki ya insanlar?"

"İnsanları sikeyim."

Bay White sıkıntılı bir nefes alıp birleştirdiği ellerini çözdü. Benden sıkılmışa benziyordu, çünkü iki haftadır olduğumuz yerde sayıyorduk, bir ilerleme asla yoktu. Ve bu bir psikoloğu delirtecek türden feci bir olaydı.

"Bana seni iyi hissettiren bir şeyi söyle, tek bir şey."

Bakışlarımı ilerideki açık pencereye diktim ve sonbahar olduğu için havada uçuşan solmuş yaprakları izledim. Aynı filmlerdeki gibi efkarlanmıştım bir anda.

"Evimin olduğu sokağın iki sokak ilerisinde bir cadde var. Geceleri hep tıka basa olur ve kalabalıktan ve seslerden kendini kaybedersin. Etrafta bir sürü dansçı, şarkı söyleyen gruplar falan var. O sokağa girdin mi asla sıkılmazsın."

"Ve sen o sokağı seviyorsun?" Bay White gözlerindeki parlaklıkla yüzüme baktığında gülümsedim.

"O sokaktan nefret ederim."

"Tanrı aşkına Jungkook, bana sevdiğin tek bir şeyi söyle! Sadece tek bir şey! Kendini bile sevmiyor musun sen?"

"Kendimi sikeyim."

Bay White bıkkın bakışlarla yüzüme baktı bir süre ve ardından sıkıntılı bir nefesi dışarı üfleyip yüzünü ovuşturdu. "Sanırım bu günlük bu kadar seans yeter. Gelecek hafta.."

"O sokakta hep onu görüyorum," diye mırıldandım aniden. "Hep beyaz giyiyor ve beyaz gitarıyla hep hüzünlü şarkılar çalıp söylüyor."

Bay White'nin dikkatini çekmiş gibi yüzüme daha dikkatli bakarak beni sessizce dinlemeye başladı.

"İsminin ne olduğunu bilmiyorum, yaşının kaç olduğunu, nasıl birisi olduğunu, şarkıları kendisinin yazıp yazmadığını, ya da neden bu kadar hüzünlü olduğunu.. onun hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Tek bir şey bile."

Penceredeki bakışlarımı çekip Bay White'ye sabitledim ve şimdiye kadarki en samimi gülümseme dudaklarıma ilişti.

"Sanırım onu seviyorum."






jeongguk: hep hüzünlü şarkılar söylüyorsun

jeongguk: sanırım pek mutlu değilsin.

(Görüldü ✔️✔️)

prayer's rotten shelter, [rosekook]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin