[tae.seok]
attığınız her adımın öncesini ve sonrasını düşünür veya umursarsanız, ölürsünüz.
uzun ömrümüz boyunca özgür olmak yerine, özgürlük arzusuyla yaşamak gibi aptallıklar ediyoruz. biraz özgürlüğe şans vermeye ne dersiniz?
⅁: skylerfictions
20...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
çekmecesinde gördüğüm mermilerden sonra telaştan adımlarım birbirine dolanırken, evinin kapısını sertçe arkamdan iterek koşmaya başladım. hızlı hızlı aldığım nefeslerim ciğerlerimi zorluyordu, burnumu ve boğazımı yakıyordu. korkuyordum. ölüm yüreğimin ortasında döşenmiş bir mayınmışçasına korku bürümüştü nefsimi.
lanetli bir rehavet çöken apartmandan kaçarcasına kendimi dışarı attığımda bo-young'ın ayaklarına düşmüş bakışları korku ve şaşkınlık içinde bana odaklanmıştı.
"hey! ne oldu? orada mı? iyi misiniz? bay jung?" nefes almakta zorlanırken etrafımdaki her şey devamlı olarak dönüyor, midemin bulantısı daha da artıyordu. bo-young hızlı adımlarla yaklaşırken onu bir türlü gözlerimin önünde sabitleyemememin verdiği sıkıntıyla gözlerimi yumdum ve hakimiyetini sağlayamadığım bedenimi yere bıraktım.
"gitmem lazım. hemen..." zar zor toparladığım kelimeleri neredeyse mırıldanarak güçlükle dudaklarımdan bıraktığımda bo-young'ın endişeli soluklanmalarını duyabiliyordum. cılız kollarının beni kaldırmaya çabalamasını hissettiğimde elimden geldiğince ona yardımcı olmaya gayret ettim. kendinden çok daha iri bir erkek bedenini kaldırmaya çalışması, narin nefsine fazlaca bir yük olurken sıkıntılı inleyişlerine mani olamıyordu.
nihayetinde bacaklarımdaki son mecal kırıntısıyla ayaklanırken rahat bir nefes vermişti.
"nereye gideceğiz? kim taehyung'a bir şey mi oldu?" soluk soluğa sorusunun üstüne göğsümün sancısı tekrar nüks ederken boğazıma dizilen yaşları yutkunup gözlerimin tekrar odağını bulmasını bekledim birkaç saniye. bana kocaman gözlerle bakıyordu genç kız.
"şu an konuşacak gibi hissetmiyorum. sana bir taksi çağıracağım bo-young." söylediklerimle başını hızla iki yana sallarken bir yandan da arabaya gitmemde yardımcı oluyordu.
"hayır bayım, bu halde araba falan süremezsiniz! delirdiniz mi? nereye gideceğinizi söyleyin ve ben kullanayım." karşı çıkışı üstüne kanımın alevlendiğini hissediyordum. hışımla kolumu ondan çektim ve sürücü koltuğuna yöneldim. ancak ince parmaklarıyla sımsıkı koluma tutunup çekti beni.
"delirdim, sıyırdım kafayı tamam mı? sabrımı deneme benim ve bırak beni!" kükrercesine üstüne yürümemle bir milim kıpırdamadı yerinden. genişleyip daralan burun deliklerinden delicesine nefes aldığını fark etmiştim. gözleri kısa bir anlığına gözlerimden kaçtığında ben ne olduğunu anlayamadan, çevik bir hareketle ceketimin cebindeki arabanın anahtarlarını kapıp koşmuştu. öfkem içimde iyice körüklenirken derin bir nefes aldım ve her şeyin üstüne, uğraşmak zorunda kaldığım bu küçük kıza tonlarca lanet ettim içimden.