Bir Fransız restoranının tuvaletindeydim. Ellerimi lavabonun iki yanına dayamış aynada kendimi inceliyordum. Sesli bir biçimde söylenmeye başladım: "Jasmine Nova, yeter artık! Sen 16 yaşındasın, 17 olmana da çok az kaldı. Hissetmek artık seni korkutmamalı." Aynada kendimi incelemeye başladım. Belime kadar uzanan açık kahve ile sarı karışımı dalgalı saçlarım, açık mavi gözlerim, zayıf bir bedenim vardı. Annemse dışarıda beni bekliyordu. Onu görmüştüm. Hatta restrona girdiğini görmekten çok, hissetmiştim. Diğer gençlerle oturuyor ve eğleniyordu. Annem ona dikkat ettiğimi ve attığım bakışları fark etmemişti. Zifir karası saçları ve aynı siyahlıkta gözleri vardı. Onu tanıdığımı hissediyordu bir yanım, susmasını emrettiğim ve kendime saçmaladığımı söylediğim kısmım. Sert yüz hatlarının altında anlam veremediğim ve beni ona doğru çeken bir şey vardı. Sanki dilimin ucundaydı ne olduğu, fakat daha önce hiç böyle bir şey hissetmemiştim. Çocuğu düşündükçe yüzüm kızarıyordu, anlamlandıramadığım bir şekilde terliyordum. Musluğu açarak yüzüme su çarptım. Hiç değilse şimdi birazcık serinlemiştim. Tuvaletten çıktım. Çaktırmadan onun oturduğu masaya doğru bakarak anneme ilerledim. Arkadaşları masadaydı ama kendisi orada değildi. Annemin karşısına oturduğumda nerede kaybolmuş olabilir diye düşünüyordum.
"Nerede kaldın? Hesabı bile ödedim. Kalkalım artık." dedi annem. Sonra onun da hesabı ödemeye gitmiş olabileceğini düşündüm. Doğru tahmin! O, arkadaşlarının yanına geldiğinde elinde bir fiş ve siyah deri bir cüzdan vardı. Arkadaşlarından biri alaycı bir biçimde kolunu çocuğun omzuna attı. "Hadi ama Will, dışarıda daha çok işimiz var." dedi. Sonra beni gördü, bakıştık. Gözlerimiz birbirine kenetlenirken, anlamlandıramadığım bir şekilde titredim. Çekim elle tutulur bir boyuta ulaştığında, utanarak bakışlarımı kaçırdım. Onu, bir yerlerden tanıdığıma yemin edebilirdim. Bakışlarımı ona tekrardan çevirdiğimde, bana göz kırpıp gülümsedi. Ardından arkadaşlarıyla beraber restorandan dışarı çıktılar. Nefesim kesilmişti. Çocuk gidince kendimi biraz toparlayarak anneme baktım.
"Anne?" dedim en içten ve sevecen sesimle.
"Bu sırıtışı ve sesi iyi biliyorum. Ne isteyeceksin?"
Anneme gülümsedim. 40 yaşında olmasına rağmen modellere taş çıkartacak bir yüzü ve bedeni vardı. Annemin tek kusuru ön dişlerindeki çatlaktı. Ama annem o kadar güzeldi ki bu kusur, kendine has bir özelliğe dönüşüyordu. Açık dalgalı kahve saçlarımı annemden, açık mavi gözlerimi ise babamdan almıştım. Annem her zaman güzel olduğumu fısıldardı bana. Fakat, hiçbir zaman böyle hissedememiştim.
"Uzun zamandır lunaparka gitmedik ve restoranın yakınında çok güzel bir lunapark var. Üstelik..." annem lafımı bölmüştü.
"Jasmine, çok yorgunum ve seninde evde tekrarlaman gereken piyano parçaların var. Hem saat on iki olmak üzere..."
"Ama anne, sen çok yoruluyorsun, ben çok yoruluyorum. Biraz eğlenmeye hakkımız yok mu sence? Sadece bir geceliğine..." annem durum değerlendirmesi yapıyordu. Sonra bana gülümsedi.
"Hadi kalk, çantanı da unutma." Le Cinqer restoranından çıkarken gözlerimin önünde hala onun gülümsemesi vardı.
Annemle cadde boyunca kol kola yürüdük. Paris sokakları ışıltılı, insanlarla dolu ve harikaydı. Yanından geçtiğimiz fırınlar sayesinde sokaklar kek kokusuyla doluydu. Burnumdan içeriye hava çekerken kekin Paris sokaklarına ne kadar yakıştığını düşündüm. Sonra lunaparkı gördüm. İçimden bir ses lunaparka girmememizi ve hemen oradan koşarak uzaklaşmamızı söylüyordu. Bu aralar içimdeki şu sesi kontrol altına almalıydım. Sesi es geçip kafamı yukarı kaldırdım. Kocaman renkli bir tabelada 'Hoş geldiniz' yazıyordu.
***
Dönme dolaba bindiğimizde etrafa bakındım. Nefes kesiciydi. Lunapark büyük bir tepenin üstünde olduğundan zaten Paris rahatlıkla görünüyordu. Bir de bu tepenin üstünde kocaman bir dönme dolap vardı. Fransa' nın tamamen ayaklarımın altında olması nefesimin kesilmesine neden oldu.
"Çok güzel..." sesli düşünmüş olacaktım ki annem bana cevap verdi.
"Kesinlikle gelmemiz iyi olmuş. Bu kekleri yiyebileceğimiz başka güzel yer düşünemiyorum." Elindeki poşetten iki tane büyük kek çıkarttı.
"İnanamıyorum! Bunlar o beğendiğim kekler mi? Ne kadar da düşüncelisin!" bu kekleri iki gün önce kaldığımız otelin yanındaki pastanede görmüştüm. Annemin keklere baktığımı fark ettiğini sanmıyordum.
Otelde kalıyorduk çünkü annemin işi yüzünden sürekli kaldığımız bir ev yoktu. Annem iç mimardı, hem de en iyisinden. Bu yüzdende kaldığım bir ev, arkadaşlarım ve okuduğum bir okul hiçbir zaman olmamıştı. Evde eğitim alıyordum. Zaten annem birkaç günlüğüne Paris'e geldiğimizi söylemişti. Bu güzelliğin tadını çıkarmalıydım.
"Tabii ki de o kekler. Ne zannettin? Güzeller güzeli kızımın beğendiği şeyleri fark etmediğimi mi düşündün? Sürpriz olsun diye aldığımı sana söylememiştim." Anneme gülümsedim ve diğer elindeki pembe kremalı keki aldım. Afiyetle yerken birbirimize gülümsedik. İçimdeki şu ses bana bu anın fotoğrafını çekmemi, daha sonra hatırlamak istersem yanımda bulunmasını söyledi. İçimdeki sese yenik düştüm, haklıydı. Elimi kotumun cebine götürdüm ve telefonumu çıkardım.
"Anne, fotoğrafımı çeker misin? Bugünü hep hatırlamak istiyorum." Annem gülümsedi.
"Çok iyi fikir, ver bakalım telefonunu Jasmine." Kekimi elime alarak, diğer elimle de barış işareti yaparak annemin elinde tuttuğu telefon kamerasına gülümsedim. "3-2-1 Çekiyorum!"
Telefonumun flaşı patladığında gözlerim çok kötü oldu. Başım dönüyordu. Geriye doğru yaslandım. Annemi net göremiyordum, alnımda terlerin biriktiğini hissetmiştim. Etrafa bakmaya çalıştığımda karanlık üstüme çöküyor, nefesim kesiliyor, bir şey boğazıma takılıyordu. Bir baskı hissediyordum kafamda, bir basınç. Bir şeyler olmak üzere diyordu o iç sesim bana. Susmuyordu. Tekrar ve tekrar...
Gözlerimi araladığımda gökyüzündeki yıldızlara ne kadar yakınım diye düşündüm. Avucumla yakalayacak kadar... Annemin,
"Görüyorsun değil mi? Yıldızlar buradan harika görünüyor. " diye söylendiğini duydum.
Dönme dolap döndükçe benim de başım dönüyordu. Düşünce silsilesi kafamın içinde birbirlerine çarpıp duruyordu, durmak bilmiyorlardı. Annemin, iyi hissetmediğimi anlamadığını düşündüm. Ne kadar da hissetmekten korktuğumu düşündüm. Ne kadar yalnız olduğumu düşünürken, yavaş yavaş kendime gelmeye başladım. Derin bir nefes alabilirken, boğazıma çöreklenen o duygu hala yok olmamıştı. Bir şeyler çok yanlış gidiyordu. Buradan hemen gitmeliydik! Görüşüm bana geri gelmeye başlarken, fark ettim,
Annem üzerime eğilerek elini alnıma dayamış, bir şeyler mırıldanıyordu. Diğer eli ise avucunu tamamen açacağı şekilde gerilmişti. Avucunun üzerinde bilye büyüklüğünde bir kıvılcım dans ediyordu. Annemin avucundaki ateş nasıl oluyorsa ısınmama ve kendime gelmeme neden oluyordu. Annem sesli bir biçimde anlamlandıramadığım sözler söyledi. Avucundaki ateş ise bu sözlerin söylenmesini bekler gibi titreşerek büyüdü. Kafamın içinde bir ses yankılandı. Bir kızın sesi,
"İyileştir..."
Tam bu sırada dönme dolap durdu. Annem telaşla:
"Neler oluyor?" dedi. Etrafa bakındı, aslında bütün lunaparktaki insanlar neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kolumu sıkıca tuttu.
"Jasmine, bir şey yok, iyileşeceksin. Sadece dönme dolap arızalanmış." Annemin sesiyle birlikte büyük bir patlama oldu. Patlamanın getirdiği basınç kulaklarımı kapatıp, beynimde tiz bir sese sebebiyet verirken sarsıldık. Annem bana sıkıca sarıldı. Sonra düşme hissi tüm bedenimi sardı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateşin Büyülü Dansı
FantasyDaha dün inanmadığım bir dünyanın aslında tam ortasında olduğumu öğrendim. Keşfedeceğim sırları, efsaneleri, benden saklanmış gerçekleri de unutmamak gerek. Büyük bir patlamayla eski dünyamı yenisine bıraktım. Bana yeni dünyamı öğreten, bir o kadar...