3| Kayıp pena

165 34 23
                                    

Jiwoo'ya

Çocukluğumda kırlar geleceğe benzerdi. Holden Caulfield'ın hayaline benzer bir hayalim vardı. Uçsuz bucaksız kırlarda koşardım, rüyalarımda. Sonra büyüdüm birisi konuk oldu rüyama. Kahkülün şu dünyada en çok yakıştığı, tüm insanları varlığıyla müteşekkir edecek şirinlikte bir kızdı bu; sendin yani. Sonradan öğrendim ki, konuk oyuncum değil başrolümmüşsün benim.

Elele tutuşurduk seninle, koşardık birlikte ve geleceğe. Şu an bilmiyorsun ama çok sevmiştik biz birbirimizi. Lisede, reddedeceğine emin bir şekilde teklif etmiştim sana. Elbette aylarca düşünüp taşındıktan sonra...Sessizlik olmuştu ilk başta. Kırıldı kalbim, beklediğim şey bu olsa da. "Sooyoung.." dedin ardından. Dinlemek istememiştim, bir sessizlik bile kalbimi böyle kırıyorsa... "Anladım Jiwoo. Açıklama yapmana gerek yok. Zaten üzülmed-" Bu defa sen sözümü kesmiştin. "Sooyoung." tekrarladın.

"Cidden iyiyim." Elimi kendimi korurcasına sallamıştım. Çok aptalca geliyor şimdi yıllar sonra düşündüğümde. Keşke konuşmanı bekleyip ardından hemen öpseymişim seni. Bir öpücüğümüz daha olurdu bana şimdi acı veren anılar kavanozunda.

Şu an bu çok önemli değil, bunu birgün okuyacak olursan merak ettiğin şey hikayenin devamı olacaktır. Devam edeyim öyleyse. Dudaklarını gülmemek için birbirine bastırırken telefonunu çıkardın cebinden. Sonra kulaklığını taktın ve bir şarkı açıp kulaklığın tekini bana uzattın. 10cm - I like you çalıyordu. Yani seninle otobüs durağında ilk karşılaştığımız ve aynı zamanda sana vurulduğum anda yanına oturup sübliminal mesaj vermek için birlikte dinlemeyi teklif ettiğim şarkı. Şimdi bu cümleyi okudum da, amma uzun ve karmaşık olmuş. Olsun, Jiwoo, kalsın böyle. Bizim ilişkimiz de karmakarışık kalmadı mı kim bilir belleğinin hangi tozlu sayfasında?

O gün kulağımızda kulaklık, elele tutuşarak şapşal şapşal sırıttık yoldan geçenlere aldırmadan. O gün sen evet dedin ve durdu küresel ısınma, gökkuşağı renklerini toplayıp kutlama yaptı gökte. Yaz mevsimi gerçekten de aşk mevsimiymiş. Bir yaz mevsiminde âşık ve sevgili olduk, güneşten daha sıcak sevgimizi büyüttük. Gezegenlerin nasıl haberi olmazdı güneşten daha büyük bu kuvvetten? Annen öğrenmişti birkaç ay sonra. Hasta etmişim seni, günahkar yapmışım falan. Sana karşı her daim kibar ve şefkatli o kadının şu dünyada en çok nefret ettiği insan hâline geldim. Tek yaptığım seni çok sevmekti oysa. Beni hakaretleriyle yıprattığı vakitlerde hep elimi tuttun. Güç verdik birbirimize, yaralarımızı sardık. Kötüler ayıramazdı bizi. Çünkü biz birbirimizi çok sevdik Jiwoo. Ah keşke, keşke bilebilsen bunu. En ufak bir zarar görmeden...

Beraber yaşamaya başladık yıllar sonra. Şarkı söylüyor musun hâlâ? O zaman çok güzel söylerdin. Gitar hediye etmiştim sana, part-time işimden aldığım ilk parayla. Sabahları gitar çalar, geceleri salt sesinle uyuturdun beni. (Ah o her şeyden şikayetçi olan komşumuz olmayacaktı da daha çok dinleyebilecektim tatlı ezgilerini! Tabii bir de sırf bana gıcıklık olsun diye penayı saklayıp "Pena olmadan çalmam" diye bana takılmaların...)

Bütün iyi aşk şiirlerinde iyi zamanlar çabuk geçiyor, bizde olduğu gibi. Şu an elimde tuttuğum penaya uğurum diyordun. Ev içinde oradan oraya sakladığın günlerden birinde, sen de unuttun nereye sakladığını. Kaybettin onu. Her şey benimle oynadığın saçma bir oyun olmaktan çıktı, sinirlendin. Bir kayıp her şeyin adı oldu birdenbire. Beni ve dünyayı suçladın. Çok kavga ettik o zamanlar, eften püften şeylerden. Yine çok kavga ettiğimiz bir akşamda, altını üstüne getirmiştin evin. Yoktu. Ertesi gün sen de yoktun.

Şimdi ben de bu evden taşınalı çok oldu ama işte Emily Brontë sağ olsun, koca bir geçmiş önüme serildi. Çocukluğumda kırlar geleceğe benzerdi Jiwoo, şimdi hiçbir şey geleceğe benzemiyor. Ne sen ne de Kahei bile.

bir zamanlar, ben de | chuuves ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin