6|Son defa

105 31 11
                                    

AYRILIKLAR ÖĞRETTİ BANA

vahşi bir bitki gibi kendi zehriyle çürümeyi
ayrılıklar öğretti bana

...

bir ölü kadar kayıtsız, zalim
şu siyah eşya
gün boyu
tuzaktaki bir hayvan gibi bakıyorum
çalsa,çalsa, bir çalsa
bazen başkaları arıyor,
bazen kötü bir şaka ucuzluğunda: yanlış numara
günler, geceler, saatler, aylar...
zamanın ne olduğunu en çok ayrılıklar öğretti bana

...

yalnızlıkta seslerin birbirine ne çok benzediğini
ayrılıklar öğretti bana

...

en çok ayrılıklar öğretti bana
intiharın hiç değişmeyen ihtimali olduğunu hayatımın

...

zamanla hiçbir şeyin eskisi kadar acı vermediğini
ayrılıklar öğretti bana

unutmadım hiçbirini, ama yaşlandım

-Murathan Mungan

---

Ben yorgunluğun eli olsaydım giderdim. Ama değildim işte. Gidemedim. Bahar geldiğinde Jiwoo'nun hiperaktifliğine, Kahei'nin onunla flört etme çabalarına şahit olmak zorundaydım. Kim Jiwoo'yu reddetmek ne mümkün? Zorla, Kahei ile yapacakları pikniğe sürüklemişti beni. Bu defa Kahei de hoşnutsuzdu varlığımdan. Ama ben onu umursamayarak eski sevgilime odaklandım. Fotoğraflarını çektim onun, o hoplayıp zıplarken. Saçları iki yandan örülmüştü, bembeyaz bir elbise vardı üzerinde. Her şeyiyle bir melek gibiydi ya da tacını unutmuş bir prenses. Belki her ikisi de.

"Jiwoo!" Kahei'nin sesiyle durdu. Ben de durdum. Bir kez daha anımsamıştım onun artık benim olmadığını. İç çektim. Kahei ekledi, "Bir gelebilir misin?" Akıllı bir çocuk gibi kafasını aşağı yukarı salladı ve sesin sahibine yaklaştı.

Bir sürü güzel çiçek toplamıştı Kahei. Gülümseyerek uzattı elindekileri. Jiwoo neşeyle bağırdı, "Bana mı? Teşekkürler!" Sonra çiçekleri aldı ve kokladı. Kendimi tutamayıp bu ânın bir fotoğrafını çektim. Fakat çıkan klik sesi her şeyi mahvetmişti. İkisinin de gözü bendeydi şimdi. Kaşları çatılmıştı Kahei'nin, Jiwoo ise sadece şaşkın görünüyordu. Ama demedi bir şey. Ben de kamerayı yere indirdim, bakışlarımla beraber. Bir sessizlik oldu, fazlasıyla korkutucu. Birkaç dakika sonra ise omzumda bir el, titredim.

"Sooyoung kaldır kafanı! Sana bir hediye vereceğim!" Şaşkınca kaldırdım kafamı. Tabii o görmedi bunu, güneş gözlüğü ve maske sağ olsun. Elinde biraz önce Kahei'nin topladığı çiçeklerden yapılmış bir taç tutuyordu. "Ama bir şartım var. Gözlük ve maskeyi çıkaracaksın." İster istemez gülümsemiştim bu tavrına.

"İstemiyorum, Jiwoo. Hem o taç daha çok yakışır sana." Tacı elinden çekip aldım ve dikkatlice yerleştirdim başının üzerine. İşte şimdi tam bir prenses olmuştu tacıyla birlikte. Ellerim benden izinsiz uzandı saçlarına ve okşadı yavaşça. "Güzelsin." Neredeyse bir fısıltı olarak çıkmıştı sesim.

"Sen de güzelsin Sooyoung. Ama benden saklıyorsun."

Eğer beni hatırlamayacağına emin olsam göstermez miydim sence? Yüz göstermeyi bırak, seninle tekrar bir ilişkiye başlayabilmek için ayaklarına kapanırdım.

Arkada bizi kıskanç bakışlarla izleyen kıza ufak bir bakış attım. Üzgünüm Kahei. Denizini çaldığımı sanıyorsun şu an ama onu önce hayat benden çaldı. Bencil olduğumu düşüneceksin ama sen de benim yerimde olsan benim gibi hissetmez miydin? Adı bencillik olsun, umurumda değil, ben Jiwoo'ya âşığım. Ama sen, Jiwoo, bunu asla bilmeyeceksin.

"Görüşürüz prenses." Jiwoo'ya gülümsedim, ayağa kalkarken. Bu defa gerçekten de son görüşmemiz olacaktı. Yemin ettim kendime, eve dönerken.



----

Murathan Mungan şiirleri okuyun kesinlikle 👍

bir zamanlar, ben de | chuuves ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin