1. Bölüm

1.2K 68 56
                                    

"Seni seviyorum."

"Ama bana hala kim olduğunu söylemedin."

"Bunun ne önemi var ki Mary? Biz birbirimiz için yaratılmışız."

"Hayır Philip, biz ayrı dünyaların insanlarıyız."

"Gitme."

"Artık her şey için çok geç..."

"Aptal kadın! Gününü göreceksin sen!"

Televizyonun sesi normal düzeyde açık olmasına rağmen adamın hiddetli sesi Alyssa'yı tavşan kadar hafif uykusundan uyandırmaya yetmişti. Sersemlemiş vaziyette yarı açık gözleriyle ekrandaki adamın elindeki av tüfeğini kadının başına indirişini izledi. Ateş etse tüm sokakta yankılanırdı, ondan böyle bir yol seçmişti herhalde. Her darbede kadının kafasında açılan yarık büyüyor, açık renkli tuvaleti daha koyu bir renge bulanıyordu. Film siyah beyaz da olsa anlamak güç değildi o koyuluğun kan olduğunu.

Alyssa gözlerini kırpıştırdı. Esnedi ve saatine bakmak için elini kaldırdığında parmaklarının yapış yapış koyu kırmızı bir sıvıyla kaplandığını gördü. Az önce filmi izlerken hayal ettiği rengin aynısıydı bu. Soğukkanlı bir tavırla parmaklarından akmak için hazırlanan damlaları yaladı. Gülümsedi. Tadı tıpkı... Böğürtlenli reçel gibiydi. Çünkü bu zaten krep yerken uyuyakalmadan önce krebin üstüne döktüğü böğürtlenli reçeldi.

O reçel şimdi sadece krepin üstünde değildi...

Kanapede, üzerine örttüğü battaniyede ve giysilerinde.

Bir insan nasıl kreple uyuyakalabilirdi?

Kendini suçlamayacaktı hayır. Onu bu duruma sokan kendisi değil, patronuydu. Bir insan stajdaki birine nasıl fazladan mesai yükleyip ona hayatı zehir edebilirdi? Ki bu kişi yalnız yaşayan ve evinin düzenini henüz oturtamamış biriyse. 

İç çekerek yerinden kalktı ve battaniyeyi de kendisiyle beraber kaldırdı. Krepin kalanı ikisi arasında bir yerlerdeydi ve yere düşmesi hiç de iyi olmazdı. Tam da bunu düşünürken önce tabak, sonra hamur battaniyenin içinden fırlayıp lap diye tahta zemine yapıştı. Dişlerini sıktı. Tabağı ve krebi yerden alıp kanapenin önündeki sehpanın üstüne koydu. Vakit kaybetmeden battaniyeyi de aynı odada bulunan çamaşır makinesinin içine attı üstünden çıkardığı reçelli tişörtüyle birlikte. Bu sırada çoktan bitmiş olan filmin gizemli ve ürkütücü müziği odayı doldurmuştu. Omuz silkerek lavaboya girdi. Ellerini yıkarken aynadaki yansımasına baktı. Mavi gri gözlerini ve beline uzanan dalgalı kızıl saçlarını inceledi bir süre.

Sağ gözünde mavi, soldakinde ise gri tonu daha baskındı. Onu ilk defa gören biri bile saniyeler içinde gözlerindeki ton farkını anlayabilirdi. Doğal kızıldı ve yanaklarında hafif de olsa çil benzeri lekeler kalmıştı. Yüzündeki bu ufak tefek kusurlar güzelliğini kapatmıyor, aksine süt beyazı tenine renk katıyordu. 

Yüzünü yıkayıp dişlerini fırçaladıktan sonra banyodan çıktı ve mutfaktan aldığı bezle kanapeye ve halıya bulaşan böğürtlen reçelini sildi. Neyse ki fazla uğraşması gerekmemişti. Televizyonu kapattı. Tek kişilik küçük, sıcak(!) yatak odasına yöneldi. Kuytu binadaki küçük dairesinde oturma odasından yatak odasına giden iki adımlık yolda bile terliklerinin tahta üzerinde çıkardığı yumuşak ses ürpermesine neden oluyordu. Geceleri hep böyle olurdu. Korkardı ancak tam olarak neyden korktuğunu bilmezdi.

Karanlıktan mı, yoksa yalnızlıktan mı?

Oturma odasında arkasında kalan duvara asılı saatin tik takları bile çok net duyuluyordu. O ittirdiğinde kendi odasının kapısı gıcırdayarak açıldı ve ses duvarlara çarpıp yankı yaptı. Karanlığın içinde yatağın üstüne fırlattığı kıyafetleri üstü örtülmüş bir çocuk cesedini andırıyordu.

Hayır...

Ağır adımlarına karşılık hızlı bir refleksle yatak odasının ışığını açtı. 

Gülümsedi. Hiçbir şey yoktu işte. 

Derin bir uyku çekecek ve onu bekleyen muhteşem sabaha uyanacaktı.

Muhteşem mi? Sıradan bir iş günü mü? 

Ansızın o kelime geçmişti aklından, öyle düşünmemesine rağmen. Son zamanlarda sık olmaya başlamıştı bu. 

Drıınnn...

Birden çalan ahizeli telefonla çığlık atıp havaya zıpladı. Davranışının abartılı olduğunu fark edince kendine çok kızmıştı.

Daha sessiz bir telefon alırsın olur biter. Böyle saçmalıklara devam edeceksen yani...

Derin bir nefes verdi ve telefonu hiç düşünmeden açtı. Sonradan çakmıştı zihnine Bu saatte kim arar ki? sorusu. Yavaş düşünen bir insan değildi ama yorgunluk beynine hücum etmiş ve algılarını adeta şişe mantarıyla tıkamıştı. 

"Alo?"

Karşı taraftan ses gelmedi.

"Alo? Kiminle görüşüyorum?"

Çekingen bir adam sesi... "Al-Alyssa Ross siz misiniz?"

Durdu. Sesi tanımıyordu. "Evet benim."

"Ben Chameleon'dan arıyorum..."

Chameleon...

Bunca zaman sonra çocukluğunu geçirdiği kasabanın adını bir başkasının ağzından duymak ansızın kalbinin hızlanmasına yol açtı. Küçük bir çocukken annesiyle beraber şehre taşındıklarından beri oradan tek telefon almamışlardı. Annesi birkaç yıl önce yakalandığı hastalık yüzünden hayatını kaybetmiş, fakat Alyssa yalnız kalmasına rağmen geri dönmeyi hiç düşünmemişti. Şimdi neden arıyorlardı? 

"Dinliyorum."

"Bunu söylemek çok zor... Ama babanız,"

Anlamsızca baktı. "Babam mı?"

"Öldürüldü."

Jeff the KillerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin