AİR~2 | Bacağı Kırık Hayaller

144 14 5
                                    

Kafamda dolanan toplanması güç bütün çetrefilli düşünceleri bir kağıt bulup ilk önce bir araya getirmek sonra aktarmak istiyordum. Benim içimde dönüp duran çarkı anlatacak tek bir kişim vardı lâkin aktarma aracım yoktu, bazen bu yalnızlığı kabullenmek zorunda kalıyordum.

Tanrı yalnız yaratmadığı kulunu yalnızlıkla sınardı.

Ben de böylesi saf bir istekle duygularımı anlatmayayım, onlar anlasın isterdim; toprağa değen ellerimden, suya dokunan dudaklarımdan, ormanı görüp içine hapseden gözlerimden söylemek istediklerim aksın isterdim. Fakat eğer hayatın gerçeğiyle tanışmaya meraklı ya da acıların yakınındaysanız size bir sır vereyim: İnsanlar söylemek istediklerinizi asla anlamazdı.

Onlar bir hayli kendi dertleriyle meşgul ve dışarıda kaybolmuş yabancı ruhlara sahipti. Benim ruhum ise bizzat içimde, hiçbir ateşin eritemeyip hiçbir savaşçının delemeyeceği demirden zincirlerle bağlıydı. Maddi varlığıma oldukça yabancı olsam da, ruhani varlığımla bir o kadar iç içeydim. Meğer kişi kendisini bulunca diğerlerini kaybeder, kişi kendi içine saklanınca diğer bütün karanlıklar aydınlık gelirmiş. Yeni anlıyordum.

Şimdi yıldızların hırsızı, o kutlu ışık, ısıtan ateş parçası başımızın üstünde nöbet tutuyor, artık bizi azar azar ısıtıyordu. Üzerimde yıllardır giydiğim bir tilki kürkü, onun altında ince vücudumu saran kahverengi bir entari duruyordu. Başımdaki beyazı çamurla lekelenmiş leçek, altındaki uzun kumral saçlarımı örtüyordu. Bir yabancınının, gücünü ruhundan alan bir Askanialının günler öncesinde kavradığı ensem şimdi kürkün tüylerinden dolayı görünmüyordu.

Kulağımda Elena'nın özlem duyduğum sesi, vücudumda ağrılar vardı. Kilometrelerce yolları aşıp sevdiğinin kollarına atılmak isteyen birisinin sevdiğini başka kollarda bulması gibi içimde derin bir boşluk taşıyor ve yorgun ruh hâli içerisinde takılı kalıyordum.

İçi toprakla dolmuş tırnaklarım hançerin sade kabzasında dolanırken parmaklarım hançeri kavramıştı. Bilenmesinin üzerinden zaman geçtiği için eski keskinliği ve parlaklığı yoktu lâkin hâlâ yüzeyinde kendimi görebiliyordum. Suratımdaki bu saf ifadeyi, gözlerimin içinde çırpınan ağaç yapraklarını, üsttekine göre daha kalın olan alt dudağımı görebiliyordum. Bu hâlim bana annemi hatırlatıyordu. Sanki hançerin parlak yüzeyinde karşılaştığım kendi benliğim değildi de Lilith'in ateşinde can vermiş annemdi. Oğullar babaya, kızlar anaya benzerdi ya; içten içe kaderimin benzememesini umup durdum.

O hiç şüphesiz hayran kalınası güçlü bir kadın olsa da, insanlarla arasına setler çeken kendi diyarının yabanisiydi. Kocasından dayak yiyen, son nefesini acılar içinde verendi. Ben erkekleri anlamazdım, onların dili benim kitabımda yoktu. Çoğu zaman kadınları bile anlayamazdım. Oysa ben de bir kadındım; entarimin altında göğüslerim, adem elması gelişmemiş ince sesim, dişi organım vardı. Ben de etten kemiktendim lâkin neden hissettiklerim ve düşündüklerim onlarla uymuyordu, bir türlü anlayamıyordum. Yoksa gerçekten cehennem ateşi bana değdi diye miydi tüm bu işkence? Tanrım gerçekten de manastırdakilerin dediği gibi sırtını mı döndün bana? Beni dışlananlardan mı kıldın?

Ama ben eşimi terk etmedim, sana küfretmedim, kirlenmedim, birisini laflarımla kirletmedim. Yemin olsun hayatımda bir elin parmağını geçmeyecek kadar az kişiyle konuştum. Kimseyi tanımadım, ben ormanda acınası bir yalnızlıkla büyüyüp gittim. Ne diye beni sevmeyesin? Ne diye bana kutlu sırtını dönesin? Tanrım ben sana ne ettim?

İnanamam. Manastırdakilere güya din adamı derler, hadi oradan! Onlar seni bana küstürmeye çalışıyor, ben senin bana küstüğüne inanmam. Hem sen de bana küssen, daha kimim kalır şu diyarda? Sen ki hem babam hem anam oldun, sen ki bu ruhu bana layık görüp kaderimi acılarla ördün, sen ki beni topraktan var edip buraya yolladın; şimdi sen de beni terk etsen hâlim nice olur.

İSYAN | Aşkın İlk Rengi (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin